Bunama..

Yaş konusunda bir hayli yol aldıklarının farkında olan karı-koca; ev yaşantılarında birçok küçük unutkanlığın başladığını kabullenirler. Bunun tehlikeli olabileceğinden korkarlar. Örneğin, ocağı kapatmayı unutmaları yangın çıkmasına neden olabilir. Bu yüzden yardım almak için bir psikoloğa gitmeye karar verirler.
Psikolog onların yaşındaki insanların pek çoğunun küçük hatırlatıcı notlar alarak bu sorunu azalttığını anlatır. Yaşlı çift bu öneriyi çok hoş bulur ve psikoloğun ofisinden ayrılıp, eve dönerler. Kadın oturduğu koltuktan ayaktaki eşine seslenir:
- Hayatım, mutfaktan bana bir tabak dondurma getirir misin? Unutmaman için istersen not al!
- Saçma, bir tabak dondurmayı hatırlayabilirim.
- Peki, üzerine biraz da çilek istiyorum. İstersen not al!
- Gerek yok! Bir tabak dondurma, üzerine çilek. Hatırlayabilirim.
- Tatlım, yalnız üzerine biraz da krema istiyorum. Şimdi yazsan iyi olur. Unutacaksın!.
- Şimdi geliyorum. Hafızam o kadar da kötü değil.
Adam mutfağın kapısını kapatır. Kadın biraz sonra adamın dolaptan çıkardığı tencere, tava seslerini duyar. Kocası on beş dakika sonra odaya girer, karısına doğru yürür ve bir tabakta pişmiş et ve yumurtayı uzatır. Kadın önce tabağa, sonra kocasına bakar:

- Hey!.. Tostlar nerede?

Sağ Klikle Neler Yapılır? :))

Neler Yapılmaz ki:))
























Eko-Kriz Halleri...


Sibirya'da köyün birinde, bir cenaze mezarlığa götürülüyormuş. Derenin kenarından geçerken tabut köylülerin ellerinden düşüvermiş. Tabutun içindeki ceset de dereye yuvarlanmış. Derenin akıntısı da, cesedi, dinamitle avlanan balıkçıların yanına sürüklemiş.
Balıkçılar "acaba adamı dinamitle biz mi öldürdük" endişesine kapılarak, cesedi askeri kışlanın dikenli tellerine bırakmışlar. Nöbetçi er, bölgeye birinin yaklaştığını düşünerek cesedi yaylım ateşine tutmuş. Hemen ambulans çağrılmış, delik deşik olan ceset hastaneye kaldırılmış. Operasyon altı saat sürmüş. Altı saatin sonunda doktor ameliyattan çıkmış, alnından akan terleri silmiş:
- Çok zor oldu ama galiba yaşayacak!

Maymun!!

Polis, yoldaki trafik kazasına geldiğinde,
ambulans arabadaki kadın ve adamı ağır yaralı olarak hastaneye götürmektedir. Etrafı incelerken birden araba enkazının içinden dışarı çıkmaya çalışan bir maymun görüyor.. Hayvanı kurtarır ve ona;
- Keşke bu nasıl oldu anlatabilsen, der. Aa oda ne?

Maymun;
- Ben konuşabiliyorum!! demez mi? Tabii polis çok şaşırır:
- Sen bu kazayı gördün mü?
- Evet, ben de arabadaydım, ben onların maymunuydum.
- Nasıl oldu anlat öyleyse!
- Son sürat gidiyorduk.. Bu arada ikisi de içiyorlardı,
- Eeee..?
- Sonra birlikte marihuana çektiler,
- Aman Allahım!!… Sonra…???
- Öpüşmeye başladılar,
- Bi dakika bi dakika… Yani şimdi senin sahiplerin arabada son sürat giderken hem içiyor hem esrar çekiyor hem de öpüşüyorlardı öyle mi??
- Aynen..
- Peki bütün bunlar olurken sen ne yapıyordun??
- Arabayı kullanıyordum.


Hangisi?

Makine, Elektronik ve İnşaat mühendisi üç arkadaş sohbet ediyorlarmış. Makineci:
- Bence tanrı kesinlikle makine mühendisi!
Diğerleri meraktan:
- Neden?.
- Çünkü, şu vücuda, eklemlere, iskelet yapısına bakın. Ne kadar iyi tasarlanmış, mafsallar, kemik yapıları falan. Yok yok!! Tanrı kesinlikle makineci!!
Elektronik mühendisi dayanamamış:
- Hayır, ne alaka!! Bence Tanrı, elektronik mühendisi!.
Diğerleri:
- Neden?
- Eee baksanıza şu sinir sistemine, beyne. Muazzam bir elektronik yapı bu!.
Yok yok arkadaş!! Tanrı bir elektronikçi!.
İnşaat mühendisi:
- Bence Tanrı inşaat mühendisi!
- Ne alaka lan! deyince diğerleri, bizimki de;
- Düşünsenize oğlum!, sırf ekonomik olsun diye, zevk merkezinin ortasından atık su hattı geçirmek kimin aklına gelir! Üstelik mimariyi de bozmadan..)))))))


Lavuk!!

Acayip yakışıklı bir zenci Amerika 'da çok lüks bir otelden içeriye girmiş. Bir elinde Bond çanta, omzunda bir papağan. Resepsiyondan odasına çıkarken akşam yemeği için 100 kişilik yemek servisi istediğini söylemiş. Akşam restoranın kapısından yine elinde Bond çanta, omzunda kuş, tek başına girmiş. Oturmuş yemeğini yerken, papağan masaları dolaşıp geri kalan 99 yemeği birer birer yiyip bitirmiş. Otel personeli toplanmış, fal taşı gibi açılmış gözleriyle olayı izlerlerken şef garson dayanamamış:
- Bu nasıl iştir..?
Zenci başlamış anlatmaya:
- Bir tarihte İstanbul 'a tatile gittim. Kapalıçarşı ' da gezerken eski bir lamba buldum, beğendim aldım. Döndüğümde lambayı silip temizlerken içinden bir cin çıktı, 'dile benden ne dilersen, 3 dilek hakkın var' dedi. İlk dilek olarak, bir çanta param olsun, harcadıkça içi tekrar parayla dolsun istedim, işte bu çanta, yıllardır harcarım, her açışta yine doludur.
İkinci olarak dünyanın en yakışıklı zencisi olayım dedim, işte görüyorsunuz. Eh, bir erkek hem paralı, hem de yakışıklı olursa başka ne ister;kuşum hiç doymasın dedim, 'yanlış anladı lavuk...' !..


HERHALDE!!

- 3 ay önce ailemize katılan, Sefer adını verdiğimiz kaplumbağamız dün vefat etti. Aile arasında sade bir törenle belediyenin yeşil alanına gömdük. Hayvancağız durduk yerde can verdiği için gidip onu satın aldığım
dükkanın sahibine nedenini, ne olabileceğini sordum:
- Abi, onlar kış uykusuna yatar!, yanıtını almış bulunmaktayız, hepimizin başı sağ olsun. Bu vicdan azabıyla ben de çok yaşamam herhalde!!

Her Başarı da!!


Massachusetts Yaşam Sigortası Şirketinin genel müdürü olan Thomas Wheeler
ve karısı, otobanda arabaları ile yol alırken, benzinlerinin bitmek üzere olduğunu fark eder. Otobandan çıkar ve servis alanına girer. Servis alanında sadece bir benzin pompalayıcısı vardır. Pompacı benzin koyarken o da ayaklarım açılsın diye yürümeye başlar. Arabaya geri döndüğünde; karısı ile pompacının koyu bir sohbete daldıklarını görür. O gelince konuşmayı bırakırlar. Arabaya binince pompacı onlara el sallar ve karısına dönerek;
- Seni yeniden görmek güzeldi, der.
Servis alanından ayrılırlarken kocası:
- Tanışıyor musunuz?
Karısı, iç çekerek:
- Evet, tanıyorum, hem de çok iyi. Bir zamanlar aynı lisede okuduk, hatta bir yıl da birlikte çıktık,
Kocası:
- Şanslıymışsın ki karşına ben çıkmışım!, Onunla evlenseydin, genel müdür değil de pompacı karısı olacaktın!
Derince bir soluk alan kadın, kocasına dönerek:
- Hayır sevgilim! Onunla evlenseydim, o genel müdür, sen pompacı olurdun!


Hane..


Bizim Cavit, iş yerinde kapısını tıklatıp da izin isteyenlerden nefret eder. Geçen gün gene böyle biri gelmiş:
- Efendim bu gün özel bir işim var onun için izin istiyorum.
Bunun üzerine Cavit, adamı karşısına oturtmuş:
- Bir yılda 365 gün var. Bir yılda 52 hafta olduğuna ve sen her hafta 2 gün izin yaptığına göre, geriye 261 gün kalıyor.

Her günün 16 saatini iş yerinin dışında geçirdiğini kabul edersek, bu tam tamına 170 gün eder. Geriye ne kaldı? Yani 261'den 170'i çıkarınca... Kalır 91 gün.
Her gün yok çiş arası, kahve-çay molası derken yarım saat çalıyorsun benden, bu da tam 23 gün demektir. Böylece kaldı 68 gün.
Gene her gün 1 saat yemek molası veriyorsun ki, bunun toplamı yılda 46 gündür. Geriye çalışacağın 22 gün kalıyor arkadaş!
Zaten her yıl 2 gün hastalık bahanesiyle işe gelmiyorsun, kaldı mı? 20 gün!!
Yılda 5 gün de resmi tatiller nedeniyle gitti. Kaldı geride 15 gün.
Her yıl 14 gün izin yapıyorsun! Ne kaldı geride çalışacağın... Koca bir yılda kaç gün kaldı? BİR GÜN!! Ee, o bir gün de ben sana izin verirsem Allah benim haneme günah yazar be adam!!!


Deyimler..

Kıyak Geçmek..
''Kıyak geçmek '' deyimini bilen var mı? Bilmiyorsanız buyrun:
At üretim çiftlikleri haralar da dişi atın çiftleşmemesi yani erkeğiyle ilişki kurması istenmediği durumlarda, kızgın atın kızgınlığını almak için ağaçtan yapılmış cinsel objeye Kıyak denirmiş.. Bu işi gerçekleştiren kahya yada kişiye de Kıyakçı. Bilmeyenler öğrenmiş oldu. Hadi bu kıyağımı da unutmayın:)




Mangalda Kül Bırakmamak!!
Yeniçeriler askere alınırken eşcinsel olup olmadığını belirlemek için kullanılan araçlardan biri de mangalmış. Yeniçeri adayından sönmüş bir mangalın üzerinde gaz çıkarması istenir eğer külleri küçük bir nokta halinde dağıtırsa sağlam, mangalın üzerinde kül bırakmayacak şekilde gaz çıkarırsa eşcinsel olduğu kabul edilirmiş. İşte "mangalda kül bırakmamak" deyimi de buradan geliyormuş.
O yüzden deyimleri dikkatli kullanalım lütfen!!

Tecavüzcü Neden Çok?


İngiliz yargıç, gece yarısı parktan geçen kızı korkutan adama 7 yıl 7 gün hapis cezası verince, şaşıran gazeteciler:
- Adam kıza elini bile süremedi. Kaçan kızın çığlıklarına yetişenler de, adamı yakaladılar. Bu 7 yıl, 7 gün çok değil mi?
Yargıcın yanıtı hukuk tarihine geçecek düzeydedir:
- Kızı korkutmanın karşılığı 7 gündür. 7 yıl ise İngiliz kızlarının gece yarısı parkta dolaşma özgürlüklerine saldırmanın cezasıdır.

Danışma!!



Vatandaş, bir avukatın yazıhanesine gelir. Duvarda büyük harflerle şu uyarı yer almaktadır;"Danışmadan ücret alınmaz."
Vatandaş, buna güvenerek sorununu avukata açar, avukat da gerekli bilgiyi vatandaşa verir. Ona çay ısmarlar, tüm bu teşrifattan çok memnun olan vatandaş, avukata teşekkür ederek kapıya yönelir. Tam çıkmak üzereyken avukatın uyarısıyla yerinde durakalır;
- Danışma ücretini vermediniz!
Vatandaş şaşırmıştır;
- Aman avukat bey, şuradaki yazıda danışmadan ücret alınmadığı yazmıyor mu?
Avukat
- Eeee, tamam yazıyor, danışmadan ücret almıyoruz. Ama danışınca ücret alıyoruz. Sen de danıştın, ücreti öde bakalım! .


El Arabası..


İnşaat sahasındaki genç bir adam, gücünü abartıp, herkesi yenebileceğini söyleyip böbürleniyordu. Bu arada kafayı taktığı yaşlı işçilerden biriyle de sürekli dalga geçiyordu.
İhtiyar duruma ifrit oluyor ama elinden de bir şey gelmiyordu. Yaşlı işçinin sonunda canına tak etti:
- Pekala, seninle haftalık yevmiyeme iddiaya giriyorum. Şu karşıdaki ek binaya el arabasıyla öyle bir şey götüreceğim ki sen onu el arabasıyla geri getiremeyeceksin. Var mısın?.
- Tamam ihtiyar... Bakalım n’apacaksın? dedi yükseklerde gezen genç...
Yaşlı adam biraz sonra el arabasını getirdi ve eliyle gence işaret etti:
- Tamam, hadi bin arabaya!..

Getirmek..


Yahudi'nin adı çıkmış dokuza, inmez 8’e bi kere ... Randevu evinin kapısını çalar:
- Merhaba, Samantha ile görüşmek istiyorum.
- Bir dakika efendim.
Adamı içeri alırlar. Bir süre sonra çok güzel bir kadın merdivenlerden iner:
- Beni aramışsınız! ?
- Evet. Geceyi seninle geçirmek istiyorum.
- Tamam, ama benim tarifem biraz pahalıdır. Geceliği bin dolar.
- Parası önemli değil. Geceyi seninle geçirmek istiyorum.
Beraberce yukarı çıkarlar. Geceyi birlikte geçirirler..
Ertesi gün adam yine randevuevine gelir.
- Samantha ile görüşmek istiyorum.
- Beyefendi başka kızlarımız da var!!.
- Umurumda değil, Samantha ile görüşeceğim.
Samantha gelir:
- Yine mi sen!
- Evet. Geceyi seninle geçirmek istiyorum.
- Yalnız fiyatımı hatırlıyorsun değil mi? Bin dolar.
- Hiç önemli değil!! Ben geceyi seninle geçireceğim.
Birlikte yukarı çıkarlar, o geceyi de beraber geçirirler.Ertesi gün, aynı adam, aynı randevuevi:
- Merhaba, Samantha ile görüşmek istiyorum.
Samantha aşağı iner:
- Tanrım !! Yine mi! Bak, devamlı müşterilere indirim falan yapmıyorum. Fiyatım aynı,
bin dolar!!
- Önemli değil. Geceyi seninle geçirmek istiyorum.
Yine yukarı çıkarlar. İşlerini bitirdikten sonra:
- Benden bu kadar hoşlanman çok güzel ama anlayamıyorum. Üç gece Üst üste bana bin dolar ödedin. Nerelisin sen?
- Tel Aviv.
- Tel Aviv mi? Benim ablam da Tel Aviv'de yaşıyor.
- Biliyorum, sana getirmem için bana üç bin dolar vermişti de . .

Menapoz!!


Fıkra bu ya!!
65 yaşlarındaki bir bayan doğum yapar. Hastaneden eve döndüğü gün eş dost ziyaretine gelir. Gelenler biraz sohbetten, hal hatır faslından sonra bebeği görmek isterler.
Anne:
- Şimdi olmaz, belki birazdan! der.

Sohbet sürer ve yarım saat kadar sonra misafirler tekrar bebeği görmek isterler.
Anne:
- Şimdi olmaz, belki biraz sonra! diye yanıt verir.
Sohbet 10 dakika kadar daha sürdükten sonra misafirlerden biri bu kez sabırsızlıkla:
- Bebeği şimdi görebilir miyiz?
Anne:
- Şimdi olmaz, bebek ağlayınca! diye karşılık verince, misafirler meraklı ve şaşkın:
- Neden ağlayınca?
Yaşlı anne, en doğal haliyle mırıldanır:
- Çünkü bebeği nereye koyduğumu unuttum!.


Reankarnasyon!!


Ölümden sonra yeniden dirilişe inanan iki sevgili birbirlerine söz verirler. Hangisi önce ölürse, öteki tarafından "çağrıldığında" hemen gelecek ve kendisine sorulan her soruyu doğru olarak yanıtlayacaktır.
John öldükten birkaç ay sonra, sevgilisi Martha, birbirlerine verdikleri bu sözü anımsar ve John'un ruhunu çağırır, onunla konuşmaya başlar:
- Birbirimize verdiğimiz sözü anımsıyorsun değil mi, John? Bana oralar hakkında biraz bilgi vereceksin, değil mi?
John tane tane anlatmaya başlar:
- Burada bulut denen şey yok, gök her gün masmavi, güneş her zaman pırıl pırıl, öğleden sonraları tatlı bir meltem esiyor, geceler ise sımsıcak..." Martha, biraz daha ayrıntı öğrenmek ister:
- John, her şeyi çekinmeden anlatırmısın lütfen!
John:
- Sabahları saat onbirde uyanıyoruz... Nefis bir kahvaltıdan sonra plaja gidiyoruz... Önüm, arkam, sağım, solum, dünyanın en güzel kadınlarıyla dolu... Tümü üstsüz olarak dolaşıyor ya da yatıp güneşleniyor. İçlerinden gözüne çarptıklarım, kendilerini tutamıyorlar, ya başımı ya da vücudumun başka bir yerini okşuyorlar ve bana çok çok güzel şeyler söylüyorlar...
Kimileri daha ileri gidip, bana sarılıyorlar, beni kucaklıyorlar... Öğle yemeğinden sonra özel odalara çekilip, bir iki saat şekerleme yapıyoruz... Sonra da harika bir gece yaşamına başlıyoruz. Gece de, gündüz de aşk ve eğlence içinde burası..
Martha bir yandan kendini frenleyip, kıskançlığını belli etmemeye çalışırken, bir yandan da hafif bir öfkeyle mırıldanır:
- Bizim cennet diye bildiğimiz, meğer böyle bir yermiş, ha?
John’un birden sesi yükselir:
- Sana cennetten söz eden kim? Ben şimdi şirin bir fino köpeğiyim ve şu anda sahibim bayanla Miami'de tatildeyiz...