Beklenti...

3 dişi kedi damda buluşmuşlar. Bir tanesi:
— Yakında, basık burunlu İran tipi yavrularım olacak.
2’nci kedi:
— Benim de, dik kulaklı Siyam tipi yavrularım...
3’üncü kedi ise, karnını yalamayı sürdürerek:
—Ben, yavrularımın nasıl olacağını bilemiyorum; o sırada başım, bir çöp tenekesinin içine eğilmişti.
2010 yılının neler doğuracağını merak edenler var. Yeni yıl da, diyebilir şöyle:
— O sırada başım 2009 yılının içine eğilmişti, neler doğuracağımı ben de bilemiyorum.
                  Çetin ALTAN'dan..

Başlık b.k!!

Dört arkadaş aynı araçla yolculuk ederken trafik kazasında ölür.
Azrail:
—Türk cehennemine mi? Yoksa Avrupa cehennemine mi gitmek istersiniz?
Şaşıran dört kafadardan biri:
—Fark nedir?
Azrail:
— Avrupa cehenneminde her gün bir kepçe, Türk cehenneminde her gün bir kova bok yersiniz!!
Üç tanesi:
— Biz Türk doğduk, Türk ölürüz!
Bir tanesi ise uyanıktır, Avrupa cehennemini seçer.. Aradan epey zaman geçer. Avrupa cehennemindeki adam artık kepçe kepçe yemekten bıkmıştır, arkadaşlarının durumunu merak eder, hallerini görmek için ziyaretlerine gider. Oysa onlar halay çekerek, sen şakrak gülerek karşılarlar onu. Dayanamaz sorar:
— Ben bir kepçesini hazmedemezken siz her gün bir kova bok yiyip nasıl bu kadar neşeli olursunuz?
— Oğlum, oğlum! Burası Türk cehennemi, bir gün bok olur kova olmaz, bir gün kova olur bok olmaz, bir gün görevli işe gelmez, gelen her boka karışır, anlayacağın 3 aydır bir bok yediğimiz yok!..

Elinden gelen...

Gazeteci, küçük bir arsa boşluğunun kıyısında oturan, elindeki mandalinayı yerken çekirdeklerini de arada sırada etrafına tüküren, kasketli sakallı bir gence rastlar.
Kasketli sakallı gencin, yanına yaklaşarak:
— Keyifler yerinde mi? Yaşamından hoşnut musun?
Kasketli sakallı genç:
— Eh!! Elimden geleni yapmaya çalışıyorum işte!!.
Sonra bir çekirdek daha tükürüp sürdürür:
— Görüyorsun!! Mandalina ağaçları yetiştirmek için ekimle uğraşıyorum.
                                                                        
                            Çetin ALTAN'dan


Nafaka!!

Bir boşanma davasında, çaçaron kadın, duruşma açılır açılmaz avukatı göstererek, hâkime sorar:
— Bu avukat benden ne istiyor?
— Kocanızın avukatı o hanım, tabiî ki boşanmanızı istiyor!
— İyi ama biz dün gece beraberdik, çok da mutluyduk!
Hâkim mahkeme salonunda bulunan kocayı yanına çağırır:
— Boşanmak için mahkemeye başvurdunuz ve tanık dinlettiniz. Şimdi davanızdan vaz mı geçiyorsunuz?!
— Hâkim bey, ben davamdan vazgeçmiyorum ki!
— Dün geceyi karı koca birlikte geçirdiniz mi?
— Evet!
Hâkim içinden lahavle çeker:
— Neden?!!
— Hâkim Bey, nafakayı niye veriyorum o halde!
                                             Fadıl Altop - İstanbul Barosu Yayınları

Horoz!! :)))

Rahip özenle bakımını yaptığı, büyüttüğü tavuklarını kilise bahçesindeki kümesine kapatır. Lakin üzerine titrediği, horozu tavukların arasında göremez, ortada yoktur.
Ayinden sonra aklına horoz gelir, cemaatine sorar:
—Kimin horozu var?
Bütün erkekler ayağa kalkınca, sorunun yanlış anlaşıldığını anlar:
—Hayır onu demedim, horozu kim gördü?
Bu kez tüm kadınlar ayağa kalkar...
—Hayır, efendim!! Başkalarının horozunu kim gördü demek istiyorum.
Kadınların yarısı ayağa kalkınca, ortamı iyice karıştırdığını düşünür, düzeltir:
— Allah, Allaaah! Benim horozumu kim gördü yahu?
Bütün rahibeler ayağa kalkar...

Meslek...

Kadın; işadamı kocasının, ülkedeki ekonomik krizin nabzını yoklamak amaçlı gezisini fırsat bilir ve eski manitalarından birini yatağına alır.. Olacak ya!! Koca, beklenen süreden önce iş gezisi bittiği için soluğu evde almıştır. Öyle ki, kadın arkadaşını anca sokabilir yatak odasındaki gardıroba. Kendi de hemen, darmadağınık olan yatağın içine uzanır. Kocası yatak odasına girdiğinde:
- Ah canım! Sakın yakma lambayı!! Başım öyle çok ağrıyor ki, başımı yorganın altına soktum; tahammülüm yok ışığa da, aydınlığa da...
Koca:
- Ah!! Ah canımın içi!! Şimdi geçiririm ben senin baş ağrını. Demesiyle karanlıkta soyunur, dökünür. Tam yatağa girerken, gardıroptakini evden nasıl çıkaracağını düşünen kadın, başlar sızlanmaya:
- Ah başım... Çatlıyor başım... Yok, hayır, dayanamayacağım; korkunç ağrıyor başım. Kocacığım ne olur, hiç değilse, açık bir eczaneden aspirin alır mısın?
Karanlıkta soyunup dökünmüş koca;
- Gayet tabii karıcığım, gayet tabii…
Elektriği yakmadan karanlıkta el yordamıyla giyinen koca apartmandan dışarı çıkar, karşıdaki tanıdık eczanenin nöbetçi olduğunu görünce de çok sevinir. Hemen koşar eczaneye:
- Aspirin istiyorum,
Eczacı:
- Tamam, bir dakika..
Eczacı, raftaki aspirini almaya uzanırken birden geri döner ve adama:
- Ne oldu size böyle? Üstünüzdeki itfaiyeci üniforması da ne? Yoksa mesleğini mi değiştirdin?                                         Çetin ALTAN'dan..

Pot!! Pot!

Gaf yapmayı yada pot kırmayı, fındık kırmaya tercih edenler)
Tiyatro sanatçısı bir arkadaşım anlatmıştı:
— 1970''li yıllar. Bir arkadaşımla sinemaya gitmek üzere sözleştik.Geciktim, filmin başlamasına saniyeler kala girdim içeri ve ortalarda bir yerde oturan arkadaşımı bulup soluna oturdum. Bir ara arkadaşın sağ tarafında oturan biraz tuhaf görünümlü biri dikkatimi çekti ve:
“— Oturacak başka yer bulamadın mı yaa? Kim o yanındaki karı kılıklı herif?
— Kız kardeşim! O da gelmek istedi de!”.. Gel de orada otur artık. Ne mi yaptım? Hemen bir bahane bulup kaçtım tabii!!
*************
Bazıları, pot kırar ama kırdığının farkında da olmaz.
Yurtdışındaki okuyucularımızdan Abidin Acar hoş bir anısını şöyle anlatmıştı:
- Almanya''dan tatil için Türkiye''ye gelmiştik. Köye amcamlara uğradık. Amcamın eşi neredeyse bir sepet "yeşillik" koydu önümüze; tere roka.. köydeki kırlardan yenmek için toplanan çeşitli otlar falan işte.. Biz de, hanım, çoluk çocuk Almanya’da pek bulamadığımız bu "yeşillikleri" tuz serpip serpip götürüyoruz. Bizim kendimize çektiğimiz bu ziyafetten hoşnut kalan yengem sofrayı toplarken bize bir övgü göndermeyi de ihmal etmedi tabii:
— Dün ineklerin önüne koydum yememişlerdi. Maşallah siz iyi yediniz!
*********************
Bazısı sırf ilgili görünmek için üzerine üstüne vazifeymiş gibi konuşmayı sever.
Bir tanıdıktan:

Parasızlık nedeniyle nişanlılığı bayağı uzun sürmüş, bu durumdan da çok mahcubiyet duyan arkadaşın, müstakbel kayınpederiyle dükkânda otururken epeydir görmediği bir arkadaşı dükkâna girer. Daha tanıştırmaya fırsat bırakmadan damdan düşer gibi sorar:

— Düğün ne oldu Mustafa? Sen hâlâ evlenmedin mi?
— Hayır kısmetse…
— Bırak palavrayı. Sen galiba o kızı ekip, başkasıyla evleneceksin. Yaşıtların 3-5 çocuk babası oldu lan.
— İlhami!! Saçmalama ulan!!
— Oğlum, sen nişanlanalı 2 seneye yaklaştı. Hangi aile bu kadar nişanlılığa izin verir? Senin kız tarafı da biraz keriz galiba.
— Kes İlhami!! Kess! Tanıştırayım kayınpederim.
— Şey öyle mi, heh he şey, yani Mustafa''yı çok severim takılırım böyle heh he. Nasılsınız amca? Ben İlhami. Sizin ismi âliniz?
****************************
Evlenme demişken bir de boşanma potu anlatalım:
Bir arkadaş eşinden yeni ayrılmış. Çocukları için son derece zor olan bu dönemi, bir baba olarak, onların psikolojilerini nasıl sağlam tutarım diye çırpınıp dururken, epeydir görmediği bir arkadaşı telefonla arar ve ziyaret etmek istediğini söyler, O da kıramaz “gel” der. Elinde film CD''leri ile gelen arkadaşı, daha gelir gelmez ''çok şahane bir film'' diyerek VCD''ye bir film koyar. Film tam da boşanmaya karar veren bir Amerikan ailesinin dramını anlatmaktadır. Filmdeki çocuklar sürekli ağlamakta, babalarına:
— Sen melek annemizi hep üzdün. Sen mutluluğumuzun katilisin!! türünden laflar.. Bir şey dese vatandaş bozulacak çocukların yanında ''Biz boşandık'' konusuna da girmek istemiyor. Bir ara lavaboya gidince, çocukları öteki odaya alır ve ''Siz burada biraz oyun oynayın, belki biz biraz özel konuşuruz'' der. Bizimki lavabodan gelir gelmez ilk lafı ne olsa iyi:
— Hey çocuklar nerdesiniz, yoksa filmi beğenmediniz mi? Gelin gelin!! Asıl bundan sonrası çok heyecanlı!!!
*************************
Bazen de iltifat etmeye çalışırken pot kırarız.
Bir gün çok yaşlı sandığım birine:
— Maşallah hiç yaşınızı göstermiyorsunuz. İnanın sizi gören ancak 50–55, deyip sonra da sormuştum:
— Sahi yaşınız kaç? Verdiği cevap sanki cevap değil, bir kazan kaynar suydu:
— 42 yaşındayım!
****************************
En kötü potlardan biri de bir toplulukta engelli bazı insanların bulunduğunu bilmeden saçma-sapan konuşmaktır.
Düşünün ki; bir bayram gezmesine gittiniz, kalabalığın içinde bir ayağı olmayan bir özürlümüz de var, ama siz bilmiyorsunuz ve başlıyorsunuz anlatmaya:
— Bizim şirkette çalışan biri var. Topal Sabri? Geçen gün; bu, tutmuş topallığına bakmadan top oynamaya? Birden herkes koro halinde size doğru kaş göz oynatmaya başlıyor, ama ne çare? Şimdi yer yarılsa da yerin dibine girseniz daha mı iyi!!*****************************
Spordan sorumlu bir bakanımızın engelliler arası spor karşılaştırmasının açış konuşmasında, sporun önemini anlatmak adına söylediği şu sözler de pot tarihimize geçmeyi başarmıştır:
—Sevgili kardeşlerim!! Spooor önemlidir!! Ne demişleeeer!! Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunuuuur!!!

************************
Pot her zaman lafla olmaz bazen de hareketlerle olur.
Yetimler yurdunda düzenlenen moral gecesinde bir türkücümüzün hepsi de yetim olan çocuklara söylediği şu türküye ne buyurulur:
Anan öle Cemil / Baban öle Cemil / Yetim galasan Cemil / Benim olasan Cemil?Türkücümüz oynak türküyle kendinden geçip çocuklara "Tempo"diye bağırırken zavallı çocukları sadece önlerine baktırması...
**********************
Temel'siz pot olur mu?
Temel yolda rastladığı arkadaşına hal hatır sorduktan sonra:
— Yencem nasildur? Demiş, demesine ama aklına hemen arkadaşının karısını 6 ay önce kaybettiği gelmiş ve kırdığı potu düzeltmeye çalışmış:
— Yani uşağum… Hâçan aynu mezarda mı yatayiii?
                                                                                      M.Emin KAZCI

Okuman yazman

Süleyman Nazif, dili çok keskin yazarlardandır, yazarlığı dışında yöneticilik, valilik de yaptığı halde asıl şöhreti nüktelerinin acılığındadır.
Köprüden geçerken, önünü bir adam keser, avuç açar, sadaka ister.. Süleyman Nazif bunun üzerine sorar:
— Okuyup yazman var mı?
— Yok beyim!
Üstat, adamı iteler:
— Git işine be adam, hem okuyup yazman yok, hemde dileniyorsun!                        
                                                         Hasan Pulur


Bugün Git!!

Berduşun biri, tanımadığı bir evin kapısını çalar. Evin hanımı kapıyı açınca da:
— Sayın bayan! 5 gündür hiç bir şey yemedim. Hiç değilse evde kalmış yemek artıklarından bir şeycikler verin bana.
Evin hanımı:
— Dünden kalma çorbayı içer misin?
Berduş:
— Elbette.. elbet de!!..
— Öyleyse yarın gel...
                                                      Çetin Altan

Ediiii...

Temelin karısı Fadime, grip olur. Teşhis domuz gribi!.. Uzun uğraşlardan sonra zor da olsa iyileşir ..
İdris çarşıda görüp sorar temel'e:
— Nasildur yence?
Temel yorgun, bitkin ve bezgin bir halde:
— Giripi geçtu geçmesuna da domizliği devam edii!!!.

İneruk...

Temel'le Dursun, İstanbul'da minibüste birlikte giderken şoför arada
bir arkasına dönüp "Levent", "Fatih", "Eyüp" diye sesleniyormuş... Olanları pür dikkat izleyen ve artık sıkılan Dursun, Temel’e dönmüş;
— Ula Temel, ne zaman ineceuk?
Temel de;

- Patlama uşağum!! Sabirli ol, ismimuz okunsun ineruk!

La Fontaine

Bir ağustos böceği doğmadan önce toprağın altındaki bir larvada ortalama olarak 12 yıl bekler. Evet, tam 12 yıl. 12 yıllık hapislikten sonra dünyaya gelen garibanın ömrü adında yazılıdır: Ağustos
Yani topu topu bir ay...
Şarkı söyleyen yalnızca erkek ağustos böceğidir.
Çünkü dişi, en güzel şarkıyı söyleyeni kendine eş seçecek ve çiftleşecektir.
Düşünsenize, 12 yıl toprağın altında bekle, dışarı çık.
Ömrün bir ay...
Buldun, buldun...
Bulamadın, bir daha yok.
Siz olsanız çalışır mıydınız?
                                              Sunay AKIN’dan

Eczacı:))

Eczaneye giren genç adam, leblebi çerez ister gibi eczacıya seslenir:
—Abi bana bir viagra verir misin?
Eczacı verir viagrayı.
Genç adam:
— Kaç para?
— 10 TL.
Genç adam 100 TL çıkarınca eczacı:
— Bozuk yok mu? Kasada o kadar yok
— Bende de yok!
Bunun üzerine eczacı: karşıdaki dükkânı işaret ederek:
— Çerezciden bozdur gel.
— Ama abi! Çerezci beni tanımaz ki!
Eczacı:
— Ben burdan işaret ederim bozar paranı.
Eczane karşısındaki çerezciye giren genç adam:
— Abi, beni karşı eczacı gönderdi, 100 TL’yi bozacakmışsın, birde 500 TL para verecekmişsin..
Çerezci başını kaldırıp eczacıya bakar, karşıdan eczacı da başını sallayarak onay verir.
Genç adam eczacıya 10 TL’yi verir ve viagrayı alıp gider.Akşamüzeri çerezci, gelip 500 TL’yi isteyince eczacı şaşırır:
— Ne 500 TL’si komşu?
— Çocuğu gönderdin hem 100 TL bozdurdun, hem de 500 TL. istedin ya! Hatta sana baktım, sende başınla onayladın!!.
Başına gelenleri fark eden eczacı, bozulduğunu belli etmeden, tabii vermiş çerezciye 500 TL’yi.. Tesadüf olacak ya!! Bu olaydan bir gün sonra eczaneye yaşlı bir amca girer.
Eczacıya yaklaşır:
— Oğlum! Ben şey.. viagra alacam ama etkileri nasıldır? Bilgi verir misin?
Eczacı oturduğu koltuğa iyice yaslanır:
—Size şu kadarını söyleyebilirim bey amca!!, dün birisine viagra verdim. Adam daha kutusunu açmadan, hem çerezciyi hem de beni becerdi!!

Düşünce...

Diyelim ki Nasreddin Hoca, İncili Çavuş, Bekri Mustafa ve Ruhi Baba; TV kanallarındaki açık oturumlardan birine katılmışlar.

Konu da “Demokratik açılım...”
Söz sırası Nasreddin Hoca’ya geldiğinde:
— Hoca!! Her siyasetçi açıklayıp duruyor düşüncesini, sen ne diyorsun bu konuda?

Nasreddin Hoca, gülümseyerek sakalını sıvazlıyor:
“Düşünce” sözcüğü, sadece beyinsel bir değerlendirmeyi yansıtmaz; bir yerden bir yere “düşme”, yığılıp kalma, kapaklanma anını da anlatır. Siyasal kutuplaşmaların tepelerinden fırlatılan karşılıklı sövgü küfürleri, ekranlardan insanların da kulaklarına “düşünce”... Hoca, sürdürüyor görüşlerini:
— Siyasetçiler de birbirlerine çelme takayım derken, bir keşmekeşin içine kapaklanıp düşünce... Yorumcular da bunu “siyasal düşünce” olarak benimsiyor. Ve Hoca şöyle diyor:
— Benim ise yorumum çok açık; sıcak çatışmalarla, çalkantılı bir döneme doğru kayan bir ülke, böyle bir duruma düşünce... Boşu boşuna savurtulan milyarlar da suyunu çekince, şapa oturma sakıncası doğabilir, işte bu da bir düşünce...
* * *

İncili Çavuş da katılıyor konuşmaya:
— Hoca haklı ama, daha şimdiden şapa oturmuşlar, bilmiyorlar nerede oturduklarını; İstanbul trafiğinin içindeki arabalarda oturmuş sanıyorlar kendilerini.
* * *
Bekri Mustafa ise, koynundaki şişeden, kimseye çaktırmadan bir fırt çektikten sonra:
— Hastir, demekle yetiniyor.
* * *
Ruhi Baba da:
— Ah bu siyasal jigololar, diye içini çekiyor.
Kendisine, ne demek istediği sorulduğunda:
— Bütün olup bitenler hep “vatan, millet, devlet” aşkıyla olmuyor mu, sanki vatan, millet, devlet zengin ve dul birer kadınmış gibi...
Siyasetçilerin hepsi de geçimini, itibarını, tantanasını onların aşığı gibi görünme sayesinde kazanıyorlar. Buna “siyasal jigololuk” denmez de ne denir?
                                                        Çetin ALTAN'dan

Diken..

Fanatik Galatasaray'lı ilk defa gittiği berberde saçını kestirirken, berberi durduk yere:
— İlk gittiğin maçı anımsıyor musun? diye soracağı tutar. Bizimki beklemediği bu soru karşısında, şaşırır:
— Evet, ne olacak?
— Hangi maçtı?
— Bir Fenerbahçe maçıydı.
— Kadiköyde mi?
— Evet oradaydı….
Aradan bir-iki dakika geçmez. Berber yeniden sorar:
— Hangi maç demiştin?
— Fenerbahçe maçı.
— Nerede!! Nerede?
— Kadıköy dedik ya!
Bir-iki dakika geçmez yine aynı hikâye:
— Demek hayatta gittiğin ilk maç bir Galatasaray - Fenerbahçe maçıydı ha?
Bizimki sinirlenir:
- Evet be Fener maçı dedik ya !!!!
Berber birkaç dakika sonra ayni nakaratı sürdürünce, bizimki isyan eder:
— Eeee.. İnsaf be!! Kardeşim ilk gittiğim maçın Fener maçı olduğunu elli kere söylettin!!. Yeter artık!! Kırık plak gibi niye tekrarlıyorsun?
Sükûnetini bozmayan berber:
— Fener deyince saçların diken diken oluyor ama! Daha rahat kesiyorum [!?]

Küçük Rica!!

Otomobil almak isteyen adam gazetedeki ilanları tararken gözlerine inanamaz. “250 $’a Mercedes” Herhalde yanlış baskı deyip sayfa değiştirir. Ertesi gün yine aynı ilan “250 $’a Mercedes”  Hata sürüyor, diye düşünür.. Ertesi gün de aynı ilanı görünce:
— Bir dakika yaa! Arayıp uyarıyım, yanlış yapmasınlar, der ve numarayı çevirir. Karşısındaki çok kibar bayan:
— Buyurun beyefendi..
— Hanımefendi, gazetede bir mercedes ilanı var, siz mi verdiniz?
— 250 dolar a yeni süper lüks mercedes, bunu soruyorsunuz sanırım Evet, zaten sadece siz aradınız..
— Yani, ilan doğru mu?
— Evet, beyefendi arabayı almak mı istiyorsunuz?
— Yani 250 dolara mercedes öyle mi?
— Evet.
— Aa. ar. arab . araba ayı gö gö göreb görebilir miyim?
— Tabii adresi vereyim...
Adam, hızla şehir dışındaki adresi bulur, görkemli bir malikanenin, bahçesinden girer ve zili çalar. Hizmetçi kapıyı açarak onu salona alır. Alımlı, genç, güzel bayan, adamı kibarca karşılar, buyur eder...
— Hanımefendi, ara ara aa aarabayııı g ggö görebilir miyim?
— Tabii ki, buyurun garaja gidelim
Garajın kapısı açılır,... Pırıl pırıl, özel yapım, son model mercedes tüm ihtişamıyla orada öyle duruyor.... Dili damağı kurumuş, nutku durmuş, güçlükle:
— Çalışıyor mu?
—Elbette.. Alın anahtarları deneyin, bahçede bir tur atın isterseniz.
Adam bahçede bir tur atar ve geri gelir, her şey normal. Şaşkınlığı doruk yapar:
— Şimdi ben, size 250 $ verirsem.. Bu arabayı alabilirim yani?
— Evet beyefendi, aynen öyle..
Heyecandan elleri titreyen adam cebinden çıkardığı parayı kadına uzatır. Kadın da aracın belgelerini imzalayıp adama uzatır:
—Hayırlı olsun beyefendi, deposu da dolu, arabanızı güle güle kullanın!!
Adam arabaya biner, tam gidecekken döner ve dökülür:
— Allah aşkına hanımefendi!! Şaka mı bu? Ne oluyor?!! Şu işin aslını bana anlatın, yoksa delireceğim!
Kadın buruk bir kahkaha atar ve çantasından bir kağıt çıkartır:
— Bu benim geçen hafta sekreteri ile yurtdışına kaçan utanmaz eşimin bıraktığı mektup, bakın ne diyor:
“sevgili karıcığım..
Bana çok emeğin geçti, beni affet... Sana evi, çocukları, eşyaları, şirketlerden birini, sahildeki yazlığı bırakıyorum. Senden bir küçük ricam olacak: Lütfen garajdaki mercedesi sat ve parasını bana yolla”

Rota!!

Savaş gemisi karanlık ve sisli bir gecede yol alırken, kaptan köşkündeki komutan tam karşıda ve uzakta üzerlerine doğru gelen bir ışık fark eder. Hemen karşı tarafa sinyal gönderir ve şu mesajı geçer:
— Derhal rotanızı 30 derece doğuya çevirin.
Karşıdan anında yanıt gelir:
— Sen rotanı 30 derece batıya çevir!
Şaşıran komutan, sinirlenir, mesajı yineler:
— Rotanı derhal 30 derece doğuya çevir, emrediyorum!
Karşıdan:
— Asıl sen rotanı 30 derece batıya çevir!
Komutan öfkeden küplere biner, bu kez mesaj da:
— Ben 30 yıllık kaptanım, sana son kez emrediyorum, rotanı 30 derece doğuya çevir!
Yanıt:
— Sen 30 senelik kaptansan ben de 20 senelik denizciyim, sen rotanı 30 derece batıya çevir!
Sinir katsayısı fırlayan komutan, mürettebata tüm topları ateşe hazır hale getirmelerini emreder ve son mesajını gönderir:
—Burası bir savaş gemisi, rotanı 30 derece batıya çevirmezsen ateşe başlayacağız!
Karşıdan:
—Burası da bir deniz feneri ve ben fener bekçisi Oliver! Rotayı 30 derece doğuya çevirmezsen, birazdan kayalara çarpacaksın komutan!..

Bal Getiriyor!!

Çoban; su kenarında koyunları otlatırken, bir ağacın altında bikini ile güneşlenen Fransız turisti görür, gözlerine inanamaz. Uzun süre dağda olmanın verdiği abazalık da üzerine tuz biber olunca, dayanamaz, kadına tecavüz eder. Ama ne tecavüz!! Defalarca ve saatlerce...
Fransız turist soluğu jandarma da alır. Jandarma çobanı yakalar, ifadesini alırken davacı araya girer:
— Ben böyle bir erkeği ne gördüm, ne de duydum!!, Benimle birlikte Fransa’ya gelirse şikayetimi geri alırım!
Çoban:
— Ben nasıl gelirim, koyunlar var, çoluk çocuk var, gelemem!
Bir taraftan kadının ısrarı, diğer taraftan hapse girmenin verdiği dayatma ile iyice sıkışan çoban:
—Bir dakika!! Benim bir kardeşim var, o bekârdır, onu alıp götür!
Fransız turist;
— O da senin gibi mi? Yani güçlü kuvvetli erkek mi?
Rahatlayan çoban gülümser:
- Valla bilmiyorum!! Ama 2 yıl önce bir ayıya tecavüz etmişti, ayı, 2 yıldır hala bal getiriyor…

LAYIGLIG NEDIR?

Musa Ağacık, yıllardır yaptığı röportajların küçük bir bölümünü "Musa'dan Beri" adli kitapta topladı. Türkiye'nin son yıllardaki serüvenini daha iyi görmek için okunması gereken kitaptan birkaç satır aktaralım.


Ağrı'da konuştuğu 75 yaşındaki Hacı Sıddık Bilgin diyor ki:
— Musa Bey, biz Atatürk'ü çok seviyoruz...
— Zorunuz nedir, neden Atatürk'ü seviyorsunuz baba?
— Çünkü Atatürk LAYIGLIGI getirmiştir!
— Layiglik nedir Sıddık Baba?
— Camiye giden camiye layıgtir, kerhaneye giden, kerhaneye layıgtir...
— Bu mudur?
— Heee Budur.

Nasıl anlatırsan anlat, anlatabildiğin, karşındakinin anlayabildiği kadarıdır..

Kimse...

Erenlerden biri sabaha karşı, her zaman ki zurna durumuyla evine gidebilmek için olağanüstü çaba sarf ederken caminin yanında kazılı bir inşaat çukuruna yuvarlanır. Bir süre çukurdan çıkmak için debelenir, debenir, başaramayacağını da anlayınca, başlar bağırmağa:
— Kimse yokmuuuuu!!
— Kimse yokmuuuu!!!!
Bir iki... derken, son seslenişini sabah ezanı için camiye gelmekte olan imama duyurabilir.  Sesin geldiği yere yönelen imam:
— Kim var orda (!?!).
Baba eren:
- Çukura düştüüüm.. Çıkar beni buradan İmam efendiiii...
İmam:
— Vay! Seni sarhoş, seni ayyaş vay!!, Gördünmü ne hallere düştün? Seni oradan 2 şartla çıkartırım bilmiş ol!!
— Söyle imam efendi, ocağına düştüm!! Ne dersen yapacam!!
İmam:
— Bir!!! İçkiye tövbe edeceeen, ağzına bir daha içki sürmeyceeeen!
— İki!! Namaza başlıyacaaan, her namaz vakti camiye geleceeen!!……………………………….
Derin bir sessizliği baba eren bozar:
— Başka kimse yok muuuuu!!!!

Düzensizlik....

Her şeyin aşırı düzenli olmasını aklına iyice çivileyen emekli bir asker, sivil giyinmeye başladıktan bir süre sonra, sivil doktorlardan birine gider. Muayene odasına alınınca da; önce ceketini çıkartır, eliyle bir güzel süpürdükten sonra, ikiye katlayarak yandaki masanın üstüne koyar.
Arkasından kravatını çıkarıp silkeler ve üçe katlayarak ceketinin yanına koyar. Gömleğini çıkarınca da; önünü yeniden ilikleyip, kollarını düğmelerin üstünde kavuşturduktan sonra, dörde katlayarak kravatının yanına koyar.Nihayet pantolonunu da çıkartır; paçalarını birleştirip uzatır masanın üstüne ve kitaplıktan kalın mı kalın 5-6 cilt alarak pantolonun üstüne dizer, ütüsü bozulmaması için.Külotunu çıkarınca da, kare biçiminde katlayarak ötekilerin yanına bırakır.Derken emekli askerin aklına birden, pantolonunun cebinde unuttuğu kâğıt mendil paketi gelir. Hemen pantolonun üstündeki ciltleri kaldırır, pantolonunu eline alır, cebindeki kâğıt mendil paketini çıkartır; arkasından yeniden pantolonun paçalarını üst üste getirerek masanın üstüne uzatır ve kalın kitap ciltlerini de, tekrar dizer pantolonun üstüne.
Doktor bir hayli çatılmış kaşlarla, emekli askerin soyunmasını ve yaptıklarını izler.
Nihayet karşısında çırılçıplak duran yaşlı adama:
— Neyiniz var? Neden geldiniz bana?
Emekli asker, önüne doğru eğilerek iki eliyle bacaklarının arasını gösterir:
— Bunun için geldim...
Doktor, homurtulu bir sesle:
— Söyleyin neyiniz var, şikâyetiniz ne?.
— Görmüyor musunuz? Yarısı ötekinden biraz daha sarkık aşağıya doğru...
— Ee, ne olmuş yani?
— Ne olmuşu var mı, hafiften de olsa bir düzensizlik yaratıyor; hemen düzeltmek gerekmez mi? Vatanını milletini seven bir insan, en küçük bir düzensizliğe bile asla aldırmazlık edemez!!      

KABAK!!!
Nasrettin Hoca’ya:
— Sence, cüzdan sıkışıklığına uğramış bir “adalet”le, adalet sıkışıklığına uğramış bir “şark demokrasisi” neye benziyor?
Hoca:
—Kabağa!! Yüzünden de okusan “kabak”, tersinden de okusan “kabak” ...

Çetin ALTAN’dan...

Al, yoksa!!

Çanakkale'den kalkan otobüse, 30–32 yaşlarında, kucağında bebeği ile bir kadın biner. Yanına da iri kıyım bir adam oturur.
Otobüs Ezine'ye ulaştığında kadın çocuğunu emzirmek için memesini çocuğuna verir. Ancak çocuk inatla memeyi emmek istemez. Çocuğuna kızan kadın sert bir sesle:
—Al yoksa amcaya veririm!
Adam göz ucuyla bakar sonrada önüne döner...
Ayvacık'a geldiklerinde kadın yine memesini çıkarır ve emzirmek ister,çocuk yine emmez. Aynı sözler kadının ağzından dökülür;
—Al yoksa amcaya veririm.
Her durakta tekrarlanan bu durum, Küçükkuyu, Altınoluk, Güre, Akçay derken otobüs Edremit’e gelir.Burada da kadın;
—Al!! Yoksa amcaya veririm, deyince adam dayanamaz;
—Hanım hanım!! Artık yeter!! Vereceksen ver!! Ben taa Ayvacık'ta inecektim, buralara geldim aaaa!!...

Neden Çirparsun!!

Temel ile Dursun Londra'da gezinirken bakmışlar ki ahali haldır huldur bir yere gidiyor..
Sormuşlar..
U2'nin konseri varmış..
Bizimkiler:
" Cidelum, biz de corelum !!" deyip soluğu stadyumda almışlar..
Konser başlamış..
Millet coşkuyla şarkılara eşlik ediyor..
Bizimkiler de eğlenir gibi yapıyor..
Solistleri Bono, birden müziği durdurup, iki elini birbirine vurarak şaklatmış..
Herkes şaşkın..
İki üç saniye sonra bir daha şaklatmış..
Bir daha..
Sonra kalabalığa dönmüş:
— Niye böyle yapıyorum biliyor musunuz?
On binlerce kişiden çıt yok..
Bono, sorusunu kendisi yanıtlamış:
— Afrika açlık çekiyor! Ben elimi her çırptığımda oralarda bir çocuk ölüyor!!!
Refah toplumunun bireyleri bu gerçeğin böyle ifade edilmesinden şaşkın, şoklanmış gibi soliste bakarken gerilerden Temel'in sesi yükselmiş..
— Ula! Ulaaa! Coduğumun evladı. Sen de elini çırpma o zaman!!