Bana!!



Gece telefon çalar.
Adam:
— Beni arıyorlarsa evde olmadığımı söyle!!
Karısı telefona yanıt verir:
— Kocam evde.
Adam:
— Ne yapıyorsun be kadın?
Kadın:
— Telefon banaydı(!)


ONLAR
Uzun zamandan beri görüşmüyorlardı. Yolda karşılaştılar.
— Hayrola epeydir görüşmedik. Ne yapıyorsun?
— İyiyim. Yeni bir iş kurdum. Kadınlarla uğraşıyorum.
—O nasıl iş öyle?
— Onları esirler gibi çalıştırıyorum. Yemek yemelerine izin vermiyorum, kızınca bağırıp, çağırıyorum, paralarını alıyorum. Sonra da işleri bitince kovuyorum...
—Ne biçim şey bu böyle?
—Valla güzellik enstitüsü diyor onlar.

BAKIRCI...
Dul bir kadın, çocuğunu sanat öğrenmesi için bir bakırcıya çırak verir. Ancak, çocuk ertesi gün işe gelmeyince, ustası meraklanır ve evine niçin gelmediğini sormaya gider. Kadın, ustayı kapıda karşılar ve oğlunun işe niye gelmediğini anlatır:
—Çocuğum işi öğrenmiş, onun için gelmiyor der ve sürdürür:
— Bakırcılığı öğrenmiş... Demiri ateşe goyirmişsiniz, olirmiş ıssı, üstüne çekiçle vurirmişsiniz olirmiş yassı... kenarlarını kerpetenle vırırmişsiniz, olirmiş tepsi...
Bakırcı ustası, şaşkın şaşkın başını sallar:
- Vah canına yandığımın veledi!! Bakırcılığı bir günde hem kendi öğrenmiş, hemde anasına öğretmiş...

Bak!!

Dâhiliyeci, psikolog, genel cerrah ve patolog olan dört doktor arkadaş ellerindeki tek tüfekle ördek avına çıkar. Tüfeği taşıyan dâhiliyeci ilerlerken bir ördek görür ve tam ateş edecekken tüfeği indirir ve ördek kaçar.
Ötekiler atlar:
— Yahu niye vurmadın ördeği? Bak senin yüzünden kaçırdık!!, diye ver yansın ederler, dahiliyeci yanıtlar:
— Önce araştırma yapmam gerek! O gerçek ördek olmayabilirdi!
Bunun üzerine tüfeği psikolog alır, biraz sonra bir ördek daha yanlarındaki çalılıktan havalanır, psikolog doğrultur tüfeği tam vuracakken geri indirir. Ötekiler yine söylenmeye başlar:
— Neden kaçırdın? Niye tetiğe basmadın?
Psikolog arkadaşlarına döner düşünceli bir edayla:
— Vurmadım! Çünkü o kendini ördek sanan bir kaz olabilirdi!
Olanlara iyice sinirlenmiş cerrah, psikologdaki tüfeği çeker alır. Çok geçmez bu kez çalılıkların arasından bir ses duyulur ve cerrah hiç beklemez tüfeği doğrultur basar tetiğe ve sonra da patologa döner:
— Git bak!!

Mevzuat!!

Görevi gereği orta kademeden bir bürokrat, emrinde çalışanları yerinde görmek, denetlemek üzere bir köy yoluna girer. Nasıl olduysa ayağı kayar ve kendini bataklıkta bulur. Kurtulmak ister daha da batar ve başlar bağırmaya:
— İmdat! Boğuluyorum. Kurtarın beni!
Yoldan geçmekte olan bir köylü bu sese gelir ve başlar olanları izlemeye... Köylünün gelip de kendisini sadece izlemesine bozulan bürokrat, kızgın ses tonuyla:
— Görmüyor musun be adam!?!  Bataklığa düştüm. Kurtar beni!!!
Hiç oralı olmayan köylü:
— Görüyorum, geçmiş olsun, der.
Kurtarmak bir tarafa, neredeyse dönüp gidesi olan köylünün bu durumunu anlayan bürokrat panikler, başlar yalvarmaya:
— Lütfen! Bir dal uzat. Kurtar beni!
Köylü bağırır:
— Olmaz! Ben ve sen şu anda hazine topraklarındayız. Hazineden bir şey almak, koparmak suçtur! Sen benimle dalga mı geçiyorsun bey!
Ağzına dolan çamurlarla bağırmasını sürdüren bürokrat:
— Ölüyorum. Kurtar beni!
Köylü hiç istifini bozmaz:
— Ben öyle hazine'den mal alıp suçlu duruma düşemem. Ancak köpek ciğer işte!! seni böyle bırakacak da değilim. Gidip muhtara haber vereceğim. O kaymakamı, kaymakam da valiyi arar elbet.. Malmüdürüne talimat verilir. Şayet, hazine arazisi değilse, itfaiyeye talimat gider ve onlar seni kurtarır.
— Yahu! Bunlar oluncaya kadar ben ölürüm.
Köylü güler:
— Ben ölmezsin demiyorum ki. Hem ölsen de, mevzuata uygun ölürsün!

Elma!!

Fransız, Alman ve Türk, müzedeki "Âdem ile Havva Cennette" tablosuna bakarken, Alman:
- Vücutlarının kusursuzluğuna bakarsak bunlar mutlaka Alman’dır!.
Fransız hemen karşı çıkmış:
- Hayır! Havva'nın güzelliği ve Âdem’in yakışıklılığına şöyle bir bakın! Bunlar olsa olsa  Fransız’dır, deyince, Türk karşı çıkar:
- Bunlar kesin Türk! Şöyle baksanıza!! Üstte yok, başta yok, yiyecek olarakda elmadan başka bir şeyleri yok!!! Ama hala kendilerini cennette sanıyorlar.


Deli Dilica..

Deli Dilica; Rumeli kökenli, deli dolu, aklı bir karış havada olan genç bir kızdır. Namını duymamış olacaklar ki, bir gün evlerine görücü gelir. Gelenlerden biri, kızın evde yalnız olduğunu fark ederek sorar:
-  A benim sümbülüm, güzel kızım, annen nerede?
Dilica:
-  Annem kavga etmeye, komşuya gitti teyze!
-  Vışsh! Neden kavga etmeye gitti ki?
-  Komşu, kuyularının içine büyük abdestimi yaptığımı iddia ediyor!! Annem de; “kuyunun içine yapmadı, kıyısına yaptı, sonra da ayağıyla itti içine!” diyor. Şimdi saç saça, baş başa dövüşüyorlar !!  Az bekleyin, gelir birazdan!!.



Zannediyor!!

Adam cennetin kapısına gelir, kapıdaki melek sorar:
— Din?
— Hıristiyan, der adam.
Melek elindeki listeye bakar:
— 28 numaralı oda, yalnız 8 numaranın önünden geçerken sessiz ol.
Bir başka adam gelir.
— Din?
— Budist
— 18 numara. Yalnız 8 numaranın önünden geçerken sessiz ol.
Bir adam daha gelir.
— Din?
— Musevi
— 11 numaraya git. Yalnız 8 numaranın önünden geçerken sessiz ol.
— Farklı dinler için farklı odaların bulunmasını anlıyorum ama neden 8 numaranın önünden sessizce geçecek mişim?
Melek:
— 8 numarada Müslüman var. Müslümanlar, kendilerinden başkası buraya gelemiyor zannediyorlar.


Evlilik Danışmanı..

20 yıllık bir evlilikte sorunlar başlayınca, onlarda kendilerini bir evlilik danışmanının önünde bulurlar..Danışman, sorunun ne olduğunu sorar sormaz, kadın bunca yılın birikiminden olsa gerek hemen söz alır.
Heyecan, üzüntü ve biraz da umutsuzlukla geçen 20 yılda çektiklerini sıralamaya başlar. Hepsini, ama hepsini, eksiksiz sayar. Kocasının ona olan ilgisizliğini, soğuk davranışlarını, umursamazlığını, yabancılaşmasını, yalnızlığını, aralarındaki ilişkinin bittiğini, duygusal ihtiyaçlarının artık karşılanmadığını ve evliliklerinin kavram itibariyle boş ve anlamsız bir birliktelik haline geldiğini, anlattır da anlatır..
Danışman da kadının iyice içini dökmesine izin verir sonra da birden ayağa kalkar, kadını da ayağa kaldırır, önünde bir an hareketsiz tutup gözlerinin içine baktıktan sonra arzu ve şehvet ile saldırırcasına sarılıp uzun uzun öper.
Koca olanı biteni dikkatle ama karşı çıkmadan izler. Kadın, yarı afallamış, neredeyse bulutlardan yerine düşercesine oturur Danışman da masasına geçer ve kocaya dönerek:
— Bak, eşinizin ihtiyacı tam olarak bu işte! Bunu hiç değilse haftada üç kez yapabilecek misin?
Adam, azıcık düşünür:
— Bak, Doktor... Tamam pazartesi ile çarşamba sana getireyim ama cuma olmaz!!O gün arkadaşlarla maçım var!


Tanı(ma)..

Temel’le Dursun, bayram arasında para kazanırız diye Hacı Murat otomobillerine atlayıp İstanbul'a gelmişler. Ne yapacaklarını bilmez, avare avare dolaşırken bir dükkan da asılı levha Temel’in dikkatini çeker:
Pantolon - 5 TL
Gömlek - 2,5 TL
Palto - 10 TL
Temel heyecanlanır:
— Ula Tursun, bu fiyatlar çok guzel!!, Şimdi purdan 100 tane pantol, 100 tane comlek, 10 tane palto alur isek, Trabizon'da, bunları en az üc katı fiyatına satar zengin oluruz daaa.!!!
Çok sevinen Dursun:
- Ula uşağuum nasıl da cördün!!
Dalarlar dükkana..Temel atlar:
— Bana 100 tane pantol, 100 tane gömlek, 10 tane de palto, alın işte toplam 850 lira..Ha uşağuum yükleyun şu arabaya!!!
Dükkân sahibi istifini bozmadan:
— Siz Laz mısınız yoksa?!!
Temel bozulur:
— Nerden anladın daaa?
Bıyıkaltı gülüş fırlatan dükkan sahibi:
— Kardeşim burası Kuru Temizleme Dükkânı!

Nakil..

Mahkumun biri yeni hapishaneye nakledilir.. Üzerinden 3-5 ay geçince koğuşun en kıdemli mahkûmlarından birine yaklaşır:
— Bu hapishanenin 100 metre ilerisinde ne var?
Adam:
— Genelev!! Neden sordun? Ayrıca hiç umutlanma!! Tahliye olmadan asla gidemezsin!!
Yeni mahkûm:
— Şey… Ben ondan sormamıştım. Bak, karım mektubunda ne yazmış?
Koğuş kıdemlisi mektubu alır, okumaya başlar:
— Yeni nakledildiğin bu hapishanenin yüz metre yakınında çalışıyorum! Parası çok iyi! Üstelik burada sadece kadınlar çalışıyor. Kıskanman da gereksiz yani!.

Gellll....

Mihrican:
Menekşe moru gözlüm, al yanaklım, seni bir daha dövmeyeceğim.
Lütfen artık eve dön.
Bak Yaşar halıya kustu, kusmuk seni bekliyor.
Ayaklarım bugün de hep seni aradı, yıkanmak için.
Seni çok arıyorum, bir haftadır akşam rakılarının tadı tuzu yok...
Ev sensiz ve çok ıssız.
Gerçi; nasıl, nerede yattığımı, kime nasıl çaktığımı falan hiç hatırlamıyorum ama onun, sen olmadığını bir büyük rakının sonunda dahi hissedebiliyorum.
Mihrican, ben sana aşığım.
Eve döndüğün gün, bunu arkadaşlarla kutlayacağım.
Sen, kanlar içerisinde evden kaçarken nasıl duygulandığımı bilemezsin.
Elimdeki şişeyi, hırsımdan ananın fotoğrafına fırlattım. (Artık duvarları gelince silersin.) Mihrican, bir de gelirken 2 paket kısa Maltepe getirebilir misin?
Dün Zeynep okula gitmeyip dolma sardı, ben de okeye dönerken dikkatleri dağıtmak için habire dolma yiyip,"yiyin yiyin nefis olmuş" dedim. Nasıl zeka ama..
Zeynep'in tezkeresinde okul ve sınıf kısmını boş bıraktım. Onu da mı? ben dolduracağım?
Bu sabah seni kaçırışım aklıma geldi, efkârlanıp bir cıgara yaktım. On dört yaşlarında taş gibi kızdın. Nasıl; Recep, Abidin, Ramazan, Yusuf gelip seni döve döve taksiye atmıştık?Peki, seni piknik tüpü ile dövüşümü hatırlıyor musun?
Yeni evliydik, bir boğaz gezisi dönüşüydü. Recepgiller kapıda bekliyorlardı, sen daha roka bile hazırlamamıştın ve Ramazan içeriden "ROKA!" diye bağırmıştı.Mutfağın kapısını içeriden nasıl kilitlediğimi, ocağın oradan tüpü nasıl kaptığımı falan hiç hatırlamıyorum.
O gece Ramazan'lar gidince sen Yaşar 'ı doğurdun.
Huysuz mu huysuz, koca burunlu Yaşarımı...
Bu arada son maaşınla Yaşar 'a don falan aldım...
Artık yuvana dön, asabımı bozma!
                                                          Kocan Mehmet..

Buluş(ma)!!

Romantik davranışları, dillere düşmüş aşklarıyla geçmişte ilişkilerinden epey söz ettirmiş nine ile dede, bir gün oturup eski günlerini yad eder. Sohbetin sonralarında iyice coşan nine, sırf nostalji olsun diye:
- Hadi yine o eski günlerde olduğu gibi sinemanın önünde buluşup, felekten bir gün çalalım! Var mısın efendi?!!
Öneriden etkilenen dede:
- Tamam hanım!!! der ve ertesi gün anlaştıkları gibi dede önceden sinemanın önüne gider ve başlar beklemeye… Ancak nine gözükmez. Beklemekten bir süre sonra sıkılan dede, sinirli bir şekilde söylenerek eve gelir. Bakar, hanım evde oturmuş ağlıyor.
- Ya hanım!! Seni o kadar bekledim, niye gelmedin!?!
İki gözü iki çeşme nine, hıçkıra hıçkıra:
- Annem izin vermediiiii!!!

Önlem!!

Soğuk algını, iyice nezle olan genç kadın; davetli olduğu akşam yemeğine giderken önlem olarak yanına 2 mendil birden alır. Birini çantasına koyar, ötekini de göğsünün içine, sutyenine sokuşturur.
Yemeğin sonunda, tatlılar ve meyveler yenirken, kadının burnu birden akmaya başlar. Çantasındaki mendilin epey kirli olduğunu bildiğinden, usulca elini göğsüne sokup diğerini almak ister. Ancak o da iyice aşağı kaymış olacak ki, elini göğsüne daha çok sokar, bir sağa bir sola gezdirir, bakar böyle olmuyor, ikinci elini de devreye sokar...
Ve o anda; ziyafet masasındakilerin susmuş, dikkatle kendisine baktıklarını fark eder. Kızarık burnuyla yarışan kıpkırmızı suratıyla; iki elini de hemen çeker göğsünden:
- Hay Allah! Gelirken, her ikisi de vardı, şimdi bulamıyorum.                                                                                                                
                                                                    Çetin ALTAN'dan.  

Mrs. Neely!!

Pazar günkü ayinin sonunda, rahip her zamanki gibi pazar sohbetini yaptı ve konuşmasını şu soruyla bitirdi:
- Demek ki, Rabbim adına ne yapmamız lazım, düşmanlarımızı affetmemiz lazım. Öyleyse, bu sohbetimiz ardından, aranızdan kaçı düşmanlarını affetti?
Cemaatin %80'i ellerini kaldırdı. Rahip, sorusunu yineledi... Bu kez hepsinin elleri havadaydı, yukarıdaki yaşlı teyze hariç...
Rahip sordu:
- Mrs. Neely? Hayırdır? Düşmanlarınızı affetmek size bu kadar mı zül geliyor?
Mrs. Neel titrek ve son derece şeker haliyle:
- Düşmanım yok ki!!!
Cemaatten uğultular, şaşkınlık ifadeleri yükseldi. Rahip devam etti:
-  Ooo bu gerçekten inanılmaz güzel bir şey!!!  Kaç yaşındasınız Mrs. Neely?
-  98!
Cemaat ayağa kalkmış, gözyaşları içinde onu alkışlıyordu...
- Mrs Neely, lütfen, şöyle yanıma gelir misiniz? Lütfen yavaş! Yavaş.. Aman dikkat... Hah! Şimdi, cemaate dönelim... Evveeett! Lütfen buradaki müminlerimize bu işin sırrını söyler misiniz? Nasıl oluyor da insanın 98 yıl gibi uzun bir ömür de hiç düşmanı olmuyor?
Yaşlı kadın küçük ve titrek adımlarla rahibe sırtını döndü, cemaate baktı:
- Öldü orospular..!!

Bulamıyormuş!!!

Okuluna başladığı ilk gün Alihan’ın sınıfta çişi gelir, korkarak elini kaldırır ve öğretmeni de ona tuvalete gitmesi için izin verir. Beş dakika sonra kıvranıp zıplayarak sınıfa geri döner:
- Bulamadım öğretmenim!!!!
Telaşlanan öğretmen, onunla koridora çıkar ve tuvaletin yerini gösterir. Çok geçmez Alihan bu kez sınıfa ağlayarak geri döner:
- Yine bulamıyorummm öğretmenimmm! deyince, sınıfın yaşça biraz daha büyüğü Barış’ı, ona hemen yardımcı olması için görevlendirir..
Bir süre sonra iki çocuk mutlu bir şekilde sınıfa dönerler. Öğretmen sorar:
- Buldunuz değil mi?
Barış:
- Eveeet, tabii ki bulduk örtmenim! Ters dönmüş slip külotunun tam kenarına yapışmış, orada öyle duruyormuş!

Döv-dürt(me)!!

Türk, Kürt ve kıyafetinden papaz olduğu anlaşılan Ermeni üç Anadolu insanı, sıcak bir yaz günü seyahat ederken yanlarındaki suları biter. Bakınırlar, çevrede bir damla su yok ama vakit bağ zamanı, altın gibi sararmış üzümler yol kenarında ve kendilerine adeta el sallayıp, göz kırpmaktadır, bağı tarayan, arayan gözler, sahibini bulamayınca, dayanamaz dalarlar içeri:
— Aman canım!! Kaç paraysa veririz! İki salkım üzüm yiyelim de ağzımız ıslansın!!Göremedikleri bağın sahibi, üzüm yiyenlerin üzerine gelir. Fena bozulur lakin üç kişiyle de başa çıkamayacağını bilir. Bakar kıyafetlerine, biri Ermeni hem de papaz, konuşmalarından,giysilerinden diğerlerini de hemen anlar. Döner Ermeni’ye:
— Bak bu adam Türk, yesin malımı. Benim kanımdandır. Helali hoş olsun. Bu da Kürt’tür ama din kardeşimdir. Sana ne oluyor? Nasıl yersin benim üzümleri be adam!!
Derken papazı bir güzel döver. Bağ sahibinin söylediklerinden hoşlanan Türk ve Kürt olan-bitenlere seyirci kalır, hatta keyflenirler..Papaz da kıpırdayacak hal bırakmayan bağ sahibi biraz sonra Kürt’e döner:
— Müslümansın da niye sahipsiz bağa giriyorsun be adam! Haydi bu adam benim kanımdan yediyse afiyet olsun, Çünkü o Türk, kardeşim, ama sana ne oluyor?!! der ve bir güzel onu da döver, yere serer. Bu durum da Türk’ün hoşuna gider, keyfi katlanır. Biraz sonra soluklanıp dinlenen bağ sahibi bu kez Türk’e döner:
— Tamam anladık!! Kardeşimsin, Türk'sün, aynı kandanız, aynı dindeniz ama sahibi olmadan başkasının bağına girilir mi?” der veTürk’e de başlar vurmaya.. Yediği yumruklarla imanı gevreyen, yere yuvarlanan Türk; Kürt’e döner ve acıyla bağırır:
— Biz! Papazı dövdürmeyecektik!!

Halı!!

Eşkiya bir köyü basar ve ağanın karısıyla birlikte 3-5 kadınıda dağa kaldırır. Ağa ve adamları iz sürüp eşkiyayı kuşatır. Baş edemeyeceklerini anlayan eşkiyalar, kadınları bırakıp kaçar.
Ağa karısına sorar :
—Ne yaptılar size, hele anlat!
—N’olacak, hepimizin ırzına geçtiler.
— Vay!! Söylemedin mi ağanın karısı olduğunu?
—Söyledim.
—Eeeee, ne yaptılar?
—Altıma halı serdiler...

Nevarda!!

Hollywood yıldız adayı sarışın bayan, Nevada çölünde, Vegas yolunda ilerlerken son model arabası bozulur. Tam otostop yapmak istediği yol kenarında artık hiçbir arabanın geçmeyeceğine karar verirken, o da ne? Uzaktan bir atlı, kendine doğru gelmektedir! Gelen bir Navajo kızılderili savaşçısıdır. Çaresiz, Kızılderili’ye:
— Beni en yakın servis istasyonuna kadar götürür müsünüz?
Kızılderili’nin atının terkisine atlar. Yolculuk gayet olaysız geçer. Yalnız, Kızılderili her beş dakikada bir "YAHOOOOO!" diye bir çığlık atmaktadır. Bu öyle bir çığlık ki, çölü aşıp karşı ki kayalardan, dağlardan yankılanmaktadır. Sonun da önlerine çıkan ilk servis istasyonuna varırlar. Kızılderili sarışını atından indirir ve yine dağı taşı inleten "YAHOOOO!" çığlığını atarak atını dörtnala sürüp gözden kaybolur.İstasyon görevlisi Kızılderili’nin arkasından bakarken sarışın bayana döner:
— Bu Kızılderili’yi bu kadar heyecanlandıran şey nedir böyle!! Ne yaptınız adama?
— Ben mi? Hiçbir şey yapmadım. Sadece arkasına oturdum ve kollarımı belinin iki yanından sardım, düşmemek için de eyerinin boynuzundan tuttum sadece!!
Biraz önceki meraklı bakışları sırıtmaya karışmış servis görevlisi:
— Ama Kızılderililer eyer kullanmazlar ki!

Alemci

İmpalaların, şavrolelerin tedavülde olduğu dönemlerde geçen bir olay.. Alemci bir abi, arabanın arkasına davul zurnacıyı almış geziyor...  Davulcu ve zurnacı dönemin şarkılarını, türkülerini, oyun havalarını çalıyor...  Abi de bir yandan arabayı kullanırken, bir yandan da birasını içiyor... 
Arka koltuk orkestrası kıvamına gelmiş, coşku içinde çalmayı sürdürürken...  Birden müzik kesiliyor, davul-zurnacı susuyor. Abi birasından bir yudum, sigarasından bir nefes çekiyor... Dikiz aynasından orkestrasına bakıp soruyor:
— N’oldu lan? Niye sustunuz?
Adamlar:
— Abi... Mezarlığın önünden geçiyoruz da...
Abi:
— Haaaaa!! Fatiha'yı çalın lan o zaman!!!

Ördek..

Anaokulunda öğretmen çocuklara boya kitabını açtırmış ve elinde şemsiye tutan ördeğin bulunduğu sayfayı buldurup:
— Hadi çocuklar!! Şimdi ördeği sarıya, şemsiyeyi yeşile boyayacaksınız!
Sıraların arasında gezerken Alihan’ın ördeği itfaiye arabası gibi kıpkırmızı boyadığını görür , Hafif kızarak:
— Alihan! Sen kaç kere kırmızı ördek gördün bakayım? Ha?!
Ayağa kalkan Alihan:
— Öğretmenim! Siz elinde şemsiye ile gezen ördeği kaç kere gördüyseniz o kadar!
                                                                                                                  Yıldırım Tuna


Bilgece..

Bir bilgeye sormuşlar
— Efendim, dünyada en çok kimi seversiniz?
— Terzimi severim.
— Aman üstad, dünyada sevecek o kadar çok kimse varken terzi de kim oluyor? O da nereden çıktı?
— Dostlarım, evet ben terzimi severim. Çünkü ona her gittiğimde, benim ölçümü yeniden alır. Ama ötekiler öyle değildir. Bir kez benim hakkımda karar verirler, ölünceye kadar da, beni hep aynı gözle görürler.
Bir bilgeye sormuşlar...
— Dünyada en güzel şey ne?
— Sevmek.
— Peki sonra?
— Sevilmek.
— Neden sevmek sevilmekten önce geliyor?
— İnsan sevdiğine sevildiğinden daha çok emindir.
Bir bilgeye sormuşlar...
— Nasıl insan oluruz?
— Üç adım atlama gibi.
— Yani?
— Önce sana kötülük yapanlara kötülük düşünmemen gelir. İnsanlığa attığın ilk adım budur... Sana kötülük yapanlara iyilik yapabildiğin an ise ikinci büyük adımı atar ve hakiki insan olmaya başlarsın. Nihayet, sana iyilik yapanla kötülük yapan arasında bir fark hissetmeyecek hale geldiğin zaman insan olursun...
Bir bilgeye sormuşlar...
— Nasıl bu kadar doğru kararlar alabiliyorsunuz?
— Deneyim.
— O deneyimi nasıl kazandınız?
— Hatalarımla...
Bir bilgeye sormuşlar...
— Canınız ne istiyor?
— Canım hiçbir şey istememeyi istiyor. Bu ruh halinin adı gönül yorgunluğudur...
Bir bilgeye sormuşlar...
— Bir insanın zekâsını nereden anlarsınız?
— Konuşmasından.
— Ya hiç konuşmazsa?
— O kadar akıllı insan yoktur ki!
Bir bilgeye sormuşlar...
— En mutlu insan kimdir?
— Dağdaki çobandır.
— Neden?
— Çünkü insan bildikleriyle yaşar, onun bildikleri koyunları ve çevresiyle sınırlı, kendisini mutsuz edecek veya kafasını karıştıracak fazla bir bilgiye sahip değil.

Amerikalı..

Amerikalıların da çok sevdikleri söylenen bir fıkra:
İyilik melekleri ABD’yi yarattıklarında; ilk doğan Amerikalının beşiğine, ondan sonra doğacakları da sarmalayacak biçimde, dünyanın en güzel 3 nimetini koymaya kalkmışlar.
Her doğan Amerikalı dürüst, akıllı ve zengin olarak yaşayacakmış.Ne var ki, iyilik melekleri durumdan haberdar etmemişler İblis’i. İblis de, kendisinin önemsenmemiş olmasına çok kızmış:
— O meleklerin Amerikalılara sundukları o 3 armağanın gerçekleşmesini, engelleyecek bir gücümün olduğunu unutmamaları gerekirdi, diye bağırmış. İşte ben de o 3 nimetin, hiçbir Amerikalı da toplanamayacağını ilan ediyorum; sadece 2 tanesiyle yetinecekler.!!
Dürüst ve akıllı olanlar, zengin olamayacaklar.
Akıllı ve zengin olanlar, dürüst olamayacaklar.
Dürüst ve zengin olanlar da akıllı olamayacaklar.
Ve sonsuza dek, böyle sürecek bu.

Kardeşinle Evliyim…

Pazar günü kiliseye yığılan kasaba halkı tam dualara başlayacakken mihrapta birden şeytan görünür... Cemaat dehşet içinde kapıya hücum eder.. Beş dakikada, arka sıralardan birinde oturan yaşlı bir adam hariç herkes kiliseyi terk eder. Şeytan kafasını kaldırır ve yaşlı adamı görür.. Onun niye kaçmadığını merak eder.
— Sen benim kim olduğumu biliyor musun?
— Evet efendim, biliyorum.
— Herkes kaçtı. Sen neden hâlâ buradasın o zaman? Benden korkmuyor musun?
— Hayır efendim. Ben, 48 yıldır kız kardeşinizle evliyim.


Karşı Köy...

Arasından ırmak geçen iki köyün insanları birbirlerini pek sevmez, ufak bir olayda bile birbirlerine yüklenmeyi fırsat bilirlermiş. Nasıl olduysa? Öbür yakadan bir köylü, beri yakadan Ayşe'yle evlenir. Evliliğin daha ilk günlerinde, yeni damat sabah erkenden ırmağa gider, gusül abdesti alır sonra beri yakaya dönerek:
—Ayşe bana yetmiyor!!! Yok mu vereceğiniz başka bir gelin daha!!?!!! diye avazı çıktığı kadar bağırırır.. Her gün aynı görüntü ve bağırtıyla muhatap olan beri yaka köylülerini alır bir düşünce.. Belli ki çok rahatsızlar, çare ararlar, köy kahvesinde derin derin düşünürlerken, akıl adamlarından biri:
— Buldum! Yarın, hep birlikte ırmak kenarına gidiyoruz,
Sabah erkenden köylüler topluca ırmak kenarına gider. Az sonra karşı köylü yeni damat gelir. Köylüleri görünce biraz daha afili, havalı bir şekilde önce kültür-fizik yapar, suya girer, boy abdestini alır ve avazı çıktığı kadar bağırır:
— Hey!!. Karşı köylü kayınçolar! Ayşe bana yetmiyor, yok mu başka gelin!!
Beri köyün sözcüsü hemen öne çıkar ve avaz avaz bağırır:
—Haydi, oradan ulen!!. Ayşe, bütün köye yetiyordu, sana mı yetmeyecek.


Bakla...

Sarıklı bir imamın, en yakın müridinin ağzı bir hayli bozuktur. Yerli yersiz küfreder:
— Anasını avradını, kızını kısrağını... der dururmuş.Bu duruma hayli bozulan sarıklı imam,  müridini küfredip durmaması için defalarca uyarır, lakin çabaları boşa gider, başa çıkamaz.
Sonunda da, küfürbaz müridini karşısına alır:
— Ağzına bir bakla al, tam küfredeceğin sırada o baklayı çevir ağzında...
Mürit ağzına aldığı bakla sayesinde içerden fırlayan küfür salvolarını böylece bitirir..
Günlerden bir gün sarıklı imamla müridi, bir mahalleden geçerken; bir evin kafesli penceresinden bir kadın sesi yükselir:
— İmam efendi!! İmam efendi!! Biraz durur musunuz?
İmamla müridi bu sesle durur. Aradan 5 dakika geçer, 10 dakika geçer.. Pencereden ne ses ne seda, kimsenin çıktığı yok. Sonunda sessizliği kafesin arkasındaki aynı kadının sesi bozar:
— İmam efendi gidebilirsiniz; sizin sarığınıza bakarak tavuğu kuluçkaya yatırmam gerekti.. Tavukları, bir imam sarığına bakarak kuluçkaya yatırınca; civcivleri de tepeli çıkıyor, dediler de... Gidebilirsiniz artık...
Olanlara tepesi iyice atan sarıklı imam, yanındaki müridine hışımla döner:
— Çıkar ağzındaki baklayı!!.