İltifat!!

Yıl, 1887… Gazetecinin biri, Victor Hugo’ya soruyor:
— Eserleriniz ve siz bugüne de çok olumlu eleştiriler aldınız ve çok övüldünüz. Bunlar arasında sizi en çok hangisi hoşnut etti?
Hugo:
— Karlı bir kış gecesiydi. Eş dostla yiyip içmiştik. Mesafe kısa diye, evime yaya olarak dönüyordum. Fena halde sıkışmıştım. Hızlı adımlarla, malikanemin bahçe kapısına vardım. Kapı kilitliydi. Var gücümle uşağıma seslendim: ‘İgooooooor!’ Defalarca haykırmama karşın İgor’un beni duyduğu yoktu. Sidik torbam Atlas Okyanusu büyüklüğüne ulaşmıştı. Altıma kaçırmak üzereydim. Yaşlılık işte. Çaresiz, bahçe duvarına yanaştım, etrafa bakındım, görünürde kimse yoktu, fermuarımı indirdim ve su dökmeye başladım. Tam o sırada arkamda bir at arabası durdu. Hiç kıpırdamadan, sessizce işiyordum. Arabacı nefret dolu bir sesle ‘Seni haddini bilmez, buruşuk o… çocuğu! O işediğin, Sefiller’in yazarı Victor Hugo’nun duvarıdır!’ dedi. İşte, hayatımda duyduğum en iltifat dolu söz buydu.


Bay Murphy!!

O pazar, Bay Murphy'yi kilisede gören papaz, gözlerine inanamaz, çünkü ilk kez onu kilise de görmektedir. Ayini bitirir bitirmez yanına gider:
— Murphy, seni burada görmek ne güzel!! Doğrusu merak ettim, seni buraya neyin getirdiğini, hoşgeldin!
Murphy:
— Sana neden yalan söyleyeyim aziz peder! Bir süredir çok sevdiğim şapkamı bir yerlerde bıraktım ama nerede bıraktığımı bir türlü hatırlayamıyorum. Bay McGlynn'in de aynı şapkası olduğunu ve her pazar kiliseye geldiğini biliyorum. Ayinde şapkasını çıkartıp, kilisenin arka tarafındaki askıya koyacağını düşündüm. Yani! Duadan sonra, ayin başlamadan kiliseden ayrılırken, McGlynn'in şapkasını da aşırmayı planlamıştım.
Papaz:
— Ama görüyorum ki bunu yapmamışsın. Neden fikrini değiştirdin?
— Sizin "10 emir" konusundaki vaaz’ınızı dinlerken aniden anladım ki, aslınd McGlynn'in şapkasını çalmak zorunda değilim.
Verilen bu karşılığa çok duygulanan, gözü yaşaran papaz, yüzüne yayılan dostça bir gülümsemeyle Murphy'ye bakar:
— Bunu duymak ne kadar güzel!... Yani benim konuşmamın 'Çalmayın' bölümünü dinlediniz ve çaldığınız takdirde cehennemde başınızı yakacak o şapkadan vazgeçtiniz! Murphy başını yavaşça iki tarafa sallayarak:
— Aslında pek öyle olmadı peder! Konuşmanızın "zina yapmayın" bölümünü dinlerken, şapkamı nerede bıraktığımı hatırlayıverdim birden!

Sıktı..

Eski Roma'nın ünlü generallerinden birinin eşi dünya güzeli, kültürü, neşesi, ev sahibeliği, üslubuyla benzeri güç bulunur, bir "şahane kadın" ..  Boşanacakları haberi çıkar, tüm Roma bu haberle çalkalanır. Yakın arkadaşları bir yolunu bulur, cesaretle konuyu açarlar:
— Eşin Roma'nın en güzel, en beğenilen, gıpta edilen kadını…..  lafı biri diğerinin ağzından alarak dakikalarca överler. Sonra da sözü asıl soruya getirirler:
— Nasıl olur da ondan ayrılmayı düşünebilirsin?
Yan yatık durumdaki general bacağını öne doğru uzatır, öne hafifce doğrulur:
— Çizmemi beğendiniz mi? Önce onu söyleyin bana!!
— Çok güzel!
— Evet.. Tay derisinden yapılmıştır. Sicilya'nın en marifetli çizmecisi tarafından, kendi eliyle, benim için özel yapılmıştır. Bir benzerini daha Roma'da bulamazsınız!!.
Şaşıran arkadaşları:
— Belli, benzersiz derken de çok haklısınız. Ancak bunun, bizim sorumuzla ne ilgisi var?
General, arkadaşlarının merakını iki sözcükle giderir:
— Ayağımı sıkıyor.

Sevgi....

Âlimlerden biri nehir kenarında namaza durmuş, farzını yerine getirirken, yolu oralara düşen mecnun alim zatın önünden geçer
Adam öfkesini yenemez ve namazını bozar:
— Bre melun!! Görmez misin ki namaza duruyorum, ne diye önümden geçersin?
Hiddetli sesle kendine gelen Mecnun, baka kalır, sonra da:
— Ben Leyla’nın aşkıyla senin namaz kıldığını görmezken, sen mevla’nın aşkıyla beni nasıl gördün?...

 

İÇİNİZDEKİ SEVGİNİN HİÇ TÜKENMEMESİ DİLEKLERİMLE....

Osman!!

Temel işten eve erken döner, kapıyı açıp salona girince ne görsün? Fadime çırılçıplak salonun ortasında yatıyor. Avazı çıktığı kadar kükrer:
— Uyyy! Bu ne haldur Fadime?
Fadime başlar ağlamaya, ağlarken de söylenmeye;
- Sen bağa mintan aldun da ben ciymedum mi?
Tepesi atan Temel hışımla gardırobun kapağını açar, başlar içindekileri gösterip bağırmaya;
— Cözine dizune dursun Fadimeee!!!
— Aha!! Kırmızı mintan!
— Aha!! Pullu mintan!
— Aha!! Eteyi sulu mintan!
— Selamınaleyküm Osman!
— Aha!! Yeşil mintan!
— Aha !!!

İrade!!

Temel ile Dursun gece yarısı yolda yürüyorlarmış. Ne var bunda yürüsünler diyebilirsiniz.
Ama bu Temel çırılçıplak, Dursun ise donlu.
Bir eliyle önünü diğeriyle de arkasını kapatmaya çalışan Temel, Dursun'a dönmüş:
— Ula Tursun!! Pen senun neyini seviyom piliy misun?
Dursun:
— Neyimu daa?
Temel:
— İradenü uşağum, iradenü! Kumarda nerde turacağinu pileysun

Kuşku!!

Çok eski kutsal bir inanca göre; Havva anamız, Âdem babamızın bir kaburga kemiğinden yaratılmıştır.
Dünyada Âdem babamızla, Havva anamızdan başka kimseciklerin olmadığı bu zamanların bir akşamıdır. Çok gergin olduğu her halinden belli Havva anamız, söylenmeye başlar:
— Bu akşam çok geç geldin, söyle bakalım kiminle beraberdin?
Âdem babamız:
— Deli misin sen be kadın!! Kimle beraber olabilirim ki! Sen ve benden başka kimse var mı bu dünyada?
Ancak Havva anamızı yatıştırmaya, rahatlamaya yetmemiş olacak ki bu sözler, gece olup, Âdem babamız derin uykusuna dalınca, ayaklarının ucuna basa basa yanına gelmiş ve parmaklarıyla kaburga kemiklerini başlamış saymaya, hem de birkaç kez.
                                                           Çetin ALTAN'dan..