Don-e-telli!!


İtalyan mafya babası ünlü Donetelli ölmek üzereyken aile üyelerine:
— Şimdi beni büyük oğlumla yalnız bırakın.
Büyük oğluyla baş başa kalan Donetelli, yastığın altından çıkardığı gümüş 24'lük tabancayı ona uzatır:
— Bu senin, beni hatırlaman için!
Zıpır bir ruha sahip oğlu:
— Baba bilirsin, ben silah filan sevmem.. Sen en iyisi bana Rolex saatini bırak.
Donatelli:
— Bak oğlum; yarın bir gün evleneceksin, güzel bir karın, çocukların, emrinde çalışan yüzlerce adamın, paran her şeyin olacak. Oldu ki bir gün karını yatakta başka bir adamla yakaladın; saatini gösterip "Tamam, vakit doldu!" mu diyeceksin?


Losyon..



Sarayın hizmetkârlarından Mehmet, yıllardır gördüğü Sultan’ın göğüslerine hastadır. Öyle ki artık onun için bu bir saplantıdır. Dokunabilmek adına yapamayacağı şey yoktur. Bir gün tüm cesaretini toplayarak Haremağasına açılır:
— Bana sultanın göğüslerini koklat. Ömür boyu biriktirdiğim bin altın senin!
Harem ağasının karlı bu işe aklı yatar. Kenar mahallelerden tanıdığı simyacı-büyücü karışımı kadını bulur ve ona bir losyon hazırlatır. Losyonu da, sultanın o gün banyodan sonra giyeceği korsaya iyice sürer. Sultan çıplak tenine korsayı takınca, losyon etkisini gösterir. Göğüsleri yangın yeri gibi yanmaya başlar. Saray doktorları merhemlerle, ilaçlarla çare bulamaz. Sultan acıdan, kaşıntıdan, yanmadan ölecek.
Harem ağası ortaya çıkar ve Padişah’a:
— Saray hizmetkârlarından Mehmet, derdinize derman olabilir. Onun salyası, her şeye iyi geliyor. Tek çare, mehmetin dili. Sultanımızı ancak o kurtarır, eğer siz izin verirseniz!
Padişah çaresiz, çağırtır Mehmet’i hareme. Mehmet bir saate yakın Sultan ile yalnız kalır, tabii muradına da erer. Ne var ki söz verdiği halde 1000 altını harem ağasına vermez, hatta:
— Bu olayı açıklarsan ikimizin de kellesi gider. Bunu göze alamazsın. Hadi bakalım, çek atını!! Anca gidersin!! diye de Haremağasını tersler.
Olayın şokunu ve kızgınlığını bir türlü içine sindiremeyen Harem ağası, bu öfkeyle ertesi gün ne mi yapar? Padişahın, banyodan sonra giyeceği donuna, o losyonu iki kat sürer..

Vurduğu!!


Akif’in nam-ı diğer adı “kılıbık” dır. Kendisi bu durumu kabullenmese de, tüm mahalleli öyle uygun görmüştür. Bir gün evde, eşi Havva ile ilişkileri yeniden rutine düşer, marazi durum depreşir. Yok, gaz kaçırdın! Yok balta sapını kırdın !! vs. vs. Her zaman olduğu gibi öfke selinin verdiği kızgınlıkla, maşayı eline ilk alan Havva olur. Havva’nın elinde ki maşanın havadaki naraları, çıkardığı sesler, Akif beyin sırtında anlam kazanır, böylece kendini dışarıya atması da bir olur. Sonra soluğu mahalle kahvesinde alır. Her şey yolunda edasıyla tam yerine otururken:
— Ohh! Çok şükür, bu fırtınayı da hasarsız, kazasız atlattım!! Sakinleş artık, diye iç geçirir.
Kahveye girişinden beri onu izleyen oyun arkadaşı, laf atar:
— Bugün hava biraz sertleşti !!
— Sert olsa ne yazar yahu!!, diye kızaran suratından bezgin ve bıkkın biraz da yükselen ses tonuyla:
— Vurduğu üç dört maşa!

Zor Rol!!


Aylardır iş bulamayan delikanlı gelişigüzel yerlere de başvurur. Alışkanlık işte, hayvanat bahçesinin önünden geçerken de durur:
— Neden olmasın? der ve başvurusunu yapar.Olacak ya; bahçenin gözdesi goril, önceki gece ölmüştür, bir günlükte olsa müşterilerden gizlemeyi başarmışlardır.
— Yeni gorilimiz gelene kadar, onun postunu giyip goril taklidi yapabilir misin?
Delikanlı önce şaka sanar, bakar ki gerçekten ümitsiz görünüyorlar:
— Parada anlaşırsak yaparım! der. Anlaşmaları uzun sürmez. Ertesi gün hazırlanan postu giyer, gorilin kafesinde, o güne kadar seyrettiği belgesellerden aklında kaldığı kadarıyla rolünü oynamaya başlar. Ara sıra homurdanır, göğsünü yumruklar, dört ayak üzerinde yürür, dala sıçrar, sallanır, seyircilerin attığı meyveleri yer. Kısa süre de işine iyice uyum sağlar..
Daha yüksek dallara bile tırmanır, daldan dala atlar.
Ama şansızlık işte son atladığı dalı tutamaz. Kafesini yan kafesten ayıran fensin üzerine düşer, yıpranmış fens teli yırtılır ve kendini komşu aslanın kafesinde bulur. Delikanlı yutkunur, kelime-i şahadet getirir:
— İmdat! diye bağırır ama kendi sesini kendisi de duyamaz. Korkudan sesi kısılmıştır, yeniden dener, sesi kendi duyabileceği bir mırıltıdan öteye geçmez.
Neler olduğunu anlayamayan Aslan yavaşça yattığı yerden kalkar, delikanlıya doğru ağır adımlarla yaklaşır. Seyirci çığlık çığlığadır. Bir çocuk sanki goril anlayacakmış gibi (!):
— Tırman, fense tırman! diye bağırır.
Korkudan gorilin sesi kısılmakla kalmaz, eli kolu da felç olmuştur. Aslan affetmez, gelir, önce pençesini gorilin göğsüne dayar, sonra başını başına yaklaştırır ve fısıldar:
— Kapa çeneni aptal! Beni de işimden edeceksin!!


Oynameyrum!!


Yolcu gemisi battığında üç kişi İngiliz, Fransız ve tabii ki Temel kurtulur. Gemiden; İngiliz, sadece golf sopasını, Fransız ise sadece golf topunu, Temelde cebindeki Fadime’nin fotoğrafını kurtarır. Kurtarılmayı bekledikleri büyük adada bir süre sonra canları çok sıkılır.
Fransız:
—Hadi golf oynayalım, der.
İngiliz de katılır bu öneriye, Temel de çok sevinir:
—Ama pen nasul oynantuğuni pilemeyrum da!!
—Çok kolay, sopa, top ve delik gerekiyor!
İngiliz:
—Bende sopa var.
Fransız:
—Bende de top var.
Temel:
— Ula!! Pen oynameyrum!!.


Ya aşk ya para !!
Kuaför olan Temel Dursun'a dert yanarmış!
—Ula Tursin, pen hercün saçlarinu yaptirmağa celen Fadüme'ye aşiğum da!!.
Dursun:
— Ee o zaman aşkinu ilan et ve evlenme teklif et!!
Temel:
— Tamam, diyeceğum ama o zeman saçlarinu pedava yapmak zorunda kalirum da!!

Yahudi - Katolik..


Mois koyu Katolik bir mahalleye taşınır. Çok geçmez mahalledeki
herkes ona gıcık olmaya başlar. Katolik mezhebinde cuma günü et yenilmez, yerine balık yenir. Lakin Mois her cuma vur patlasın
çal oynasın barbekü yapmaktadır. Önce uyarırlar ama nafile, bir işe yaramaz. Sonra tehdit ederler. Bakar ki papuç pahalıya mal olacak, Katolik olmaya karar verir. Hemen Moisi bir papaza götürürler.
Papaz Mois’in üzerine kutsal su serperek:
--- Yahudi olarak doğdun, Yahudi olarak büyüdün, şimdi Katoliksin!!. Tören biter. Herkes rahatlar, görevini yapmış olmanın mutluluğuyla evlerine dönerler. Lakin sonraki cuma tüm mahalleyi yine barbekü kokusu sarar. Mahalleli hışımla Mois’in evine koşar ve şu manzarayla karşılaşırl. Mois mangaldaki etlerin üzerine su serperken, nakarat aynıdır;
--- İnek olarak dogdin, inek olarak buyudin, şimdi baliksin!!...


Silah Sesi..


Köyde adet, gerdek gecesinde kız bakire ise damat pencereden bir el ateş eder. Değilse ses seda yok tabii! Temel'in gerdek gecesinde de öyle olmuş ve köy halkı silah sesini duyduktan sonra rahatlamış.
Ertesi gün erkekler Temeli tebrik ederler. O gece Temel tekrar göğsü kabarık şekilde karısıyla yatağa girer. Bir süre sonra hiç beklenmedik şekilde Temelin evinden birkaç silah sesi daha gelir. Köy halkı merakla Temelin evine koşar ve gelini kanlar içerisinde yatakta ölü bulurlar. Hep bir ağızdan:
— Neden Temel?
— Bakure değildu!
Ahali;
— Ha uşaum!! Daha dün baküre diee gerdek gecesunde silah sıkmadın mı da?
Temel;:
—Ula!! Dün gece bakureydi, bu gece degil!

Kimlik No'larımız Gelecekte Ne İşe Yarayacak?


Bakalım bir görelim..:)
Operatör: Merhaba Pizza xxx'i aradığınız için teşekkürler.
Müşteri: Merhaba, sipariş verebilir miyim?
Operatör: Evet... Siz... Bay Mehmet Selami'siniz ve Kadıköy'deki evinizden arıyorsunuz. Ev numaranız 216-xxx 61 62, ofisiniz 216-xxx 70 80 ve mobil telefonunuz 05xx 201 25 25...
Müşteri: Bütün numaralarımı nereden biliyorsunuz?
Operatör: Sisteme bağlıyız efendim.
Müşteri: Hımm.. Peki, bir bol sucuklu, pastırmalı, pizza istiyorum...
Operatör: Bu iyi bir fikir değil efendim!
Müşteri: Nasıl yani?
Operatör: Tıbbi kayıtlarınıza göre tansiyonunuz ve kolesterolünüz oldukça yüksek efendim.
Müşteri: Nasıl?... Peki ne almalıyım?
Operatör: Diyet Maydanoz-Brokoli Pizza'mızı deneyin. Seveceksiniz.
Müşteri: Seveceğimden nasıl emin olabilirsiniz ki?
Operatör: Geçen hafta bir kitapçıdan 'Maydanozun Faydaları' ve 'Brokoli Yemekleri' kitaplarını almıştınız efendim.
Müşteri: Tamam; teslim oluyorum... Ondan bana 3 aile boyu gönderin lütfen. Ne kadar tutuyor?
Operatör: 6 kişilik aileniz için bu yeterli olacaktır efendim. Toplam 61 YTL.
Müşteri: Kredi kartıyla ödeyebilir miyim?
Operatör: Maalesef nakit ödemeniz gerekecek efendim. Kredi kartınız limitini doldurmuş ve geçen yılın Kasımından beri bankanıza 3720,55 YTL borçlusunuz. Buna aldığınız plazma tv taksitleri de dahil değil üstelik....
Müşteri: Sanırım adamınız buraya gelmeden önce yakındaki bir ATM'den nakit çekmem gerekecek.
Operatör: Yapamazsınız efendim. Kayıtlarınıza göre bugünkü nakit çekme limitiniz olan 1000 YTL'yi doldurmuş durumdasınız.
Müşteri: Önemli değil, siz pizzaları gönderin. Adamınız gelene kadar parayı ayarlarım. Gelmesi ne kadar sürer?
Operatör: Yaklaşık 45 dakika efendim; ama bu kadar beklemek istemiyorsanı z 34 ZVT 666 plakalı motosikletinizle gelip daha kısa sürede buradan kendiniz de alabilirsiniz. ..
Müşteri: Ne!
Operatör: Sistem kayıtlarına göre böyle plakalı bir scooter motosikletiniz var...
Müşteri: *Hönk!'!^ *%^**%^I7*
Operatör: Sözlerinize dikkat etseniz iyi olur efendim. Unutmayın ki 15 Temmuz 1997'de bir polise hakaretten tutuklanmıştınız. ..
Müşteri: [Sessizlik.. ]
Operatör: Başka bir isteğiniz var mı efendim?
Müşteri: Yok... Bu arada; reklâmınızdaki 3 şişe bedava kolayı da gönderiyor musunuz?
Operatör: Normal olarak gönderirdik efendim, ama kayıtlarınıza göre siz bir diyabetliksiniz, size Zero Cola gönderiyorum. ..

Nişan Dedikleri..


Oniki yaşındaki oğlan iki yaş daha büyük amcaoğluna;:
— Abi ablam nişanlanıyor biliyorsun. .
— Yaz sonu nikâh varmış, bizim evde de konuşuyorlardı.
— Ben sana bir şey sormak istiyorum...
— Söyle….
— Bu nişan dedikleri ne? Evde sordum 'Eh evlenecekler işte' diyorlar ama nişanlanınca ne oluyor, onu anlayabilmiş değilim.
— Hıııım... Zor soru, ama bir örnekle anlatabilirim...
— Dinliyorum.
— Diyelim ki Şubat'ta yarıyıl karnesini aldın ve hepsi pekiyi. Sana bir bisiklet alıyorlar ve 'Haziran'da bütün dersleri pekiyi getir, sınıfı geç ve bu bisiklet senin olsun!' diyorlar. İşte Şubat ile Haziran arasındaki o süre var ya, bisiklet senin ama binemiyorsun; o süreye 'nişanlılık dönemi' deniyor.
— Haa şimdi anladım, bisikletin var, evde duruyor; sen ona bakıyorsun o sana bakıyor; ama binemiyorsun, ta ki sınıfı geçene kadar. Peki, dokunmaya izin var mı?
— Vallahi onu ben de tam bilemiyorum; binmek kesinkes yasak da, galiba ziliyle oynayabiliyorsun!

Rebeka'nın Sütü!!


Midesinden rahatsız olan Moiz doktora gider. Doktor, muayene ettikten sonra:
— Bir tek çare var. Yeni doğum yapmış bir kadından süt emeceksin...
Doktordan üzgün ayrılan Moiz, böyle bir kadını nereden bulacağını düşünürken yolda Salamon'a rastlar. Başından geçenleri de bir bir anlatır.
Salamon:
—Şansın varmış. Benim karı bir hafta önce doğurdu, ondan emersin.
Moiz:
— Olur mu? dese de Salamon ısrar eder..
Moiz de ertesi gün evlerine gider. Salamon evde yokken eşi Rebeka'nın sütünü emer. Ateşli bir kadın olan Rebeka gülümseyerek sorar:
— Başka bir şey ister misin Moiz?
— Sağol Rebeka. Hiçbir şey istemem..
— Hadi hadi utanma, geel!! diye uzatınca, Rebeka'nın elini tutar:
— Peki, madem ısrar ediyorsun iki bisküvi ver, sütle iyi gider!

Papağan ve Temel!!


Temel omzundaki papağanıyla eczaneye girer.
Papağan:
—İyi günler, şu reçetedeki ilaçları istiyoruz!!
Eczacı şaşkın ama reçetedeki ilaçları hazırlar. Paket yaparken papağan:
— Şeeey, ona bir de aspirin ilave eder misiniz? Eczacı neredeyse küçük dilini yutmak üzeredir. Papağan:
— Affedersiniz borcumuz ne kadar?
— 48 YTL
Papağan temelin omzunu ayağıyla dürter:
— Eczacı beye 50 YTL ver, iki YTL para üstü alacaksın..
Eczacı iki lirayı verirken neredeyse ölecek , dayanamaz:
— Allah aşkına bunu nereden buldun?
Papağan hemen atlar:
— Bunlardan Karadeniz’de o kadar çok var ki!!

Meğer..


Coca- Cola’nın pazarlama temsilcilerinden biri Ortadoğu’daki görevinden büyük bir hayal kırıklığıyla dönmüş. Niye başarılı olamadığını da arkadaşlarına anlatmış…
— Beni Ortadoğu’ya ilk gönderdiklerinde iki sorun vardı. Ben Arapça bilmiyordum. Halkta da okuma yazma öyle yüksek değildi… Bu yüzden onlara vermek istediğim mesajı yan yana 3 resim halinde düzenledim. Birinci resimde bir Arap… Çölde kumların üstünde sürünüyor, susuzluktan kavrulmuş, ölüyor.. İkinci resimde kumlar arasında bulduğu Coca- Cola’yı içiyor.. Üçüncüde adam dipdiri.. Ayakta… Canlı ve neşeli…
— Eeeeee. Harika fikir .. Anlamadılar mı?
— Anladılar tabii. Sorun da bu.. Araplar sağdan sola okuyorlarmış meğer…..

Zift!!


Eskiden pasaport yokmuş, denizcilere, gemicilere “Seyahat Tezkeresi” verirlermiş. Bir yelkenli kaptanı tezkeresini kaybedince, liman başkanlığına gitmiş, memur başlamış sormaya:
— Adın Ne?
— Kara Ali.
— Nerede doğdun?
— Karabiga’da.
— Yelkenlinin adı ne?
— Karayunus.
— Nereden geliyorsun?
— Karadeniz’den.
— Nereye gideceksin?
— Karamürsele.
Memur “Lahavleé çekmiş:
— Dönüşte limana uğrayacak mısın?
Kaptan başlamış anlatmaya:
— Orada tekneyi karaya çekeceğim, Karaman’da Karadağlı
Karamustafa’yı gördükten sonra, karadan Mekke-i Mükerreme’ye gidip, Karadonlu Beytullah’a yüz süreceğim!..
Memur patladı patlayacak yutkunmuş:
— İnşallah oradan yüzünün akıyla dönersin!
Kaptan hemen lafı karşılamış:
— Yüzümüz ak mı, kara mı çıkacak, ancak kara toprağa girince belli olur!
Memur bu kadarına da dayanamamış:
— Zift mi kesildin be adam!

Derler..


Sandalcının birinin ünü tüm İstanbul'a "Çapkın" diye yayılır..
Eeee!.. Söylenti o ki, sandalına binen hiçbir kadının elinden
kurtulma şansı yoktur.
Bunu duyan zamanın biraz da feministi, dişli bir kadın:
— Olur mu canım öyle şey. Ben bindiğim gibi inerim.
O hırsla gider bulur sandalı ve biner:
— Çek Göksu'ya!
Çekmeye başlamış sandalcı, kürekleri..
Kadın da sandalcıyı incelemeye almış tabii..
Sandalcı kadına hiç bakmadan kürek çekerken, kendi kendine de mırıldanıyormuş..
— Derler, derler, derler!
Bir, üç, beş.. Kadın dayanamamış:
— Ne derler be adam? Ne derler?
Sandalcı kadına bakmış, bıyığını burmuş ve gülmüş:
— Valla güzelim, sen bu kayığa bindin ya! Vermesen de, verdi derler!

Kırıştırma..


Bir aylık yeni evli Özden’e yan komşusu yaşlı Şatire Teyze misafirliğe gelmiş ve kapıyı çalmış. Özden kapıyı açınca, Şatire Teyze şaşırıp kalmış.Karşısında Özden anadan doğma çıplak duruyormuş..
Yaşlı Teyze:
— Neden böyle çırılçıplaksın? Rahatsız ettim galiba…
—Biz buna “aşk elbisesi” diyoruz. Her akşam kocamı ben böyle karşılıyorum. Kapı çalınınca, gelen o sandım da….
— Ben seni rahatsız etmeyeyim kızım. Daha sonra yine gelirim, diyerek dönmüş evine.
Veee o akşamda Şatire Teyze de anadan doğma karşılamış kocasını. Kocası şaşkın:
— Bu ne hal? Ne oldu sana böyle kuzum?
Şatire Teyze gülümsemiş:
— Bu hale “aşk elbisesi” diyorlar bey! Ben de seni böyle bir elbiseyle karşılamak istedim..
Kocası kaş altından Şatire Teyzeye:
— İyi ama seninki çok eskimiş! Baksana her yeri kırış kırış, buruşuk.. Ya hiç giymeseydin yahut hiç değilse bir ütüleseydin!!..

Bu iş!!


Köyde 8 yaşındaki Ali, sabahleyin erkenden ineği alıp evden çıkmış.
Yolda sabah namazından dönen imamla karşılaşmış. İmam:
— Erken erken nereye böyle Ali?
Ali gayet ciddi bir yüzle:
— İneği boğaya çektirmeye götürüyordum.
İmamın kaşları çatılmış:
— Sen götürüyorsun ha! Baban yok muydu evde bu işi görmek için?
— Babam olmuyor, mutlaka boğa gerekli.

Peki la uşşağum!!


Karadeniz'in doğusunda siyasi başarısından emin "politikacı" bir grup halkın nabzını tutarken.... Bir köy kahvesinde toplanan kalabalıktan bir yaşlı emice:"poliikacılara":
— Uşşağum de pakayim baa, siz hiç içki içer misinuz?
— Yok dede, biz içkiyi ağzımıza bile sürmeyiz, günahtır.
— Sigaraniz var midur?
— Dede biz sigaraya karşıyız, her yerlerde yasakladık bile.
— Peki, kumarinuz var midur?
— Yok dede. O günahtır, biz olduğumuz sürece memlekette kumar oynanmaz.
— Kari kiz işleriyle araniz nasildur?
— Dede hiç olur mu, o da örf adetlerimize aykırıdır. Sümme haşa. Biz harama uçkur çözmeyiz, yan bile bakmayız..
Amca durmuş biraz düşünmüş.. Sonra da biraz merak, biraz da bıyık altından bir gülümsemeyle:
- Peki la' uşşağum, sizin hiç masrafinuz yoktir madem.. Neden pu kadar çalaysinuz?

Günün Menüsü..


Paris'in son derece güzel bir restaurantı’nın en önemli özelliği de; öğlen servislerinde 'günün menüsü' adı altında sunduğu sürpriz yemeğidir. Öğlen servisi tam 12:00 de başlar ve 'günün menüsünden istiyorum' diyenlere o güne ait sürpriz yemek getirilir..Bu iş oldukça sükse yapar ve tutulurda .
Bir gün adamın birisi gelir, masanın üzerinde duran çatalı alır koklar ve yüksek sesle;
— Vaayyy! Demek günün menüsü Enginarlı Rosto haaa! Getirin! Severim rostoyu!!.
Restauranttaki tüm garsonlar irkilir, şaşkın bakışlarla birbirlerine bakarlar. Neyse servis başlar, gerçekten de günün menusu, Enginarlı Rosto’ dur. Şaşıran garsonlar bunun tesadüf olduğuna karar verir.
Ertesi gün öğlen de yine aynı adam, yine aynı masaya oturur, çatalı alır, koklar ve define bulmuş gibi bağırarak ;
—Bugünkü günün menüsü Mantarlı Börek haaa!! Getirin bakalım.
Garsonlar bakarlar bu iş tesadüf değil. Adam resmen çatalı koklayarak menüyü biliyor. Restaurantın imajı sarsılmaya başlar. Telaşla durumu patrona anlatırlar. Ertesi gün patron;
— Sakin olun! diyerek eline bir çatal alır oradaki bulaşıkçı kızlardan birine uzatır;
— Anita al kızım şu çatalı orana sürüver.
Anıta söyleneni yapar. Patronda bu çatalı garsonlara uzatarak;
— Bunu koyun o adamın masasına da bu defa da bilsin bakalım!!.
Çatalı masaya koyarlar. Adam gelir ve yine aynı masaya oturarak, garsonların meraklı bakışları arasında çatalı burnuna götürür. Uzuuuun uzun koklar ve şaşkın bir ifadeyle bağırır;
—Vaaayyy, Anita burada mı çalışıyor?

Nezaket..


Öğretmen, 8-10 yaşındaki erkek çocukları bir araya toplamış, nezaket, görgü kuralları ve yaşam dersleri vermektedir:
— Michael!! Genç bir hanımla ilk kez akşam yemeğine çıkıyorsun. Masaya oturdunuz ve tam o sırada senin çişin geldi. Kız arkadaşına ne dersin ? Ha!!
Michael hiç düşünmeksizin yanıtlamış:
— Bir dakika, çişimi yapmam lazım.
Öğretmen gülümsemiş:
— Ama bu pek kaba olmadı mı? Şöyle daha kibar bir şekilde söylesek? Sherman, sen söyle bakalım ne dersin?
Sherman biraz düşünmüş:
— Çok özür dilerim, tuvalete gitmem gerek, hemen döneceğim.
Öğretmen onaylamış:
— Bakın bu daha iyi oldu. Ama yine de yemekteyken tuvalet sözcüğünü kullanmasak ha!! Ne dersiniz?
— Edward, sen söyle bakalım, nasıl izin alırsın kız arkadaşından?
Edward kendinden emin:
— Sevgilim, bana bir dakika izin verir misin? Çok eski bir arkadaşımla bir el sıkışacağız. Hem durum uygun olursa yemekten sonra seni onunla tanıştırabilirim de !'
Öğretmen mi? Bayılmış...


İnat..


Ne kadar inatçı biri olduğu konusunda yarışa giren üç arkadaş sonunda bir karara varır.Sırası gelen en çok inat ettiği bir anısını anlatacaktır.
Birinci:
— Bir gün evi telefonla aradım, hanım alo demedi, ben de cevap vermedim, telefon sabaha kadar açık kaldı.
İkinci:
— O da bir şey mi? Ben bir gün eve geldim, kapıyı çaldım, hanım
kimsin demedi, ben de kim olduğunu söylemedim, sabaha kadar
kapının önünde yattım..
Üçüncü inatçı:
— Ohoo. O da bir şey mi!! Biz evlendiğimizde karım bana dokunmadı diye bende ona dokunmadım ve hala daha da dokunmuyorum..
İki inatçı birden;
— Olur mu yahu! Zaten sizin iki tane çocuğunuz var !!
— İnat ettim!! Onları da sormadım!!!

Gerdek..


Düğün gecesi kayınpeder, yorulmuş görünen damadıyla dalga geçmek ister:
— Bakalım, aslanlar gibi bu gece mi gerdeğe gireceksin yoksa fareler gibi
ertesi geceyi mi bekleyeceksin?
Damat sırıtarak karşılık verir:
— Ben tilki gibiyimdir efendim, dün gece girdim.


Gece Kursu

Birkaç Fransız kantinde gevezelik ederken içlerinden biri sorar:
— Gütenberg kim, biliyor musunuz?
— Hayır, der ötekiler.
— Güzel, sizde benim gibi gece kurslarına gitseydiniz, Gutenberg`in basım makinesini
bulan kişi olduğunu bilecektiniz. Ya Panmentier`i?
— Hayır, der ötekiler.
— Güzel, sizde benim gibi gece kurslarına gitseydiniz, Panmentier`in patatesi bulan kişi
olduğunu bilecektiniz. Eğer gece kurslarına gitmezseniz, yaşam boyunca işte böyle
herşeye bilmiyorum demekle yetinirsiniz...
Adamın sözleri üzerine gruptan bir tanesi sinirlenir ve:
— Oldu, anlaştık! Gutenberg`i, Panmentier i bilmiyoruz.. Peki, sen Totoche kim biliyor musun?
— Hayır!
—Peki, öyleyse öğren! Totoche, sen gece kurslarına giderken karınla yatan adam!

Bill..


Taksi ışık için durunca; adamda kapıyı açmasıyla içeriye binmesi ve kapıyı kapatması bir olur. Araba hemen hareket eder. Binen müşterisine dönen şoför:
— 10 saniye gecikseydiniz hareket etmek zorunda kalacaktım ve binemeyecektiniz. Harika bir zamanlama! Tıpkı Bill gibi!
Müşteri:
— Kim?
— Bill Smith. O her şeyi mükemmel yapan biridir..!
— Poh! Herkesin yapamadığı bir şeyler vardır..!
— Bill için bu kural geçerli değildir! Muhteşem bir sporcudur.. Teniste üstüne yoktur, Pavarotti gibi şarkı söyleyebilir, Broadway starları gibi dans edebilir!
— Hımm. Bill gerçekten acayip biriymiş!
— Oh! Evet! diye sürdürür şoför:
- Bill' in müthiş bir hafızası vardır, herkesin yaş gününü hatırlar, şarap konusunda bir numaradır, ne hangi çatalla yenir, bilir.. Her şeyi tamir edebilir. Benim gibi beceriksiz değildir.. Ben bir sigorta değiştirsem mahalle kararır..
Müşteri:
— Bu Bill'i çok iyi tanıyorsun.
— Yooo!! Hayatımda hiç görmedim!
— Peki, nasıl bu kadar çok şey biliyorsun hakkında?
— Sorma! Onun eski karısıyla evliyim!..

Anne & Baba Farkı


Anne dışarıda alış-verişteyken iki buçuk yaşındaki bebeğe babası göz kulak olmaktadır.
Aslında bu pek de zor bir şey değildi. Yavrucak halının üzerinde "çay seti" oyuncağıyla oynarken baba da koltuğunda gazetesini okuyor, ara sıra da bebeğinin kendisine -çay seti oyuncağının minik plastik fincanlarıyla- ikram ettiği suları çay niyetine içerek oyuna katılıyordu.
Derken anne eve gelir. Baba, anneye sus işareti yaparak, bebeği izlemesini ister. Bu çok şirin hareketi annenin de görmesini istemektedir.
Anne, bebeğin elinde çay fincanıyla salondan çıkıp, biraz sonra içi su dolu olarak babasına getirmesini ve babanın da onu çaymış gibi içmesini seyreder. Sonra da gayet sakin bir tavırla elindekileri mutfağa götürürken eşine seslenir:
— Uzanabildiği tek su kaynağının tuvalet olduğunu biliyorsun, değil mi?

Sonuç–1: Anneler yavrularını çok sever ve onlara ilişkin her şeyi bilir.
Sonuç–2: Babalar yavrularına ilişkin birçok şeyi bilmez ama onları çok sever: "Babalar en son duyar" boşuna söylenmemiştir. :)