Kano!!


Alman, Fransız ve Temel, adada yamyamların eline düşer. Elleri kütüklere arkadan bağlanmış durumda sonlarını beklerken, yamyamların Reis’i;
— Hepinizin derisini yüzüp, bizim için yaşamsal önemi olan kanoların yapımında kullanacağız ama törelerimize göre, son arzunuz her ne olursa olsun yerine getirilecektir!!
Alman gerçekleştirilmesi olanaksız bir şey istersem ölümden yırtarım diye düşünür;
— Buz gibi bira ve yanında kızarmış patates istiyorum.
Reis’in emriyle patatesler kızartılır, batık bir alman denizaltısından çıkarılan buz gibi bira da almana ikram edilir. Alman şaşırır ama son ziyafetinden sonra herkesin gözü önünde derisi yüzülür ve derisinden kano yapar yamyamlar.
Sırası gelen Fransız’da;
— En az 50 yıllık Fransız şarabı istiyorum.
Reis iki adamını adanın arkasında 60 yıl önce karaya oturmuş olan Fransız ticaret gemisine gönderir ve mahzeninden getirtilen şarabı Fransız içtikten sonra onun da derisini yüzüp kano yaparlar.
Sıranın kendisine geldiğini, yamyamların organizasyonunu ve her şeyi tedarik edebildiğini fark eden Temel;
— Ver baayım baa bi sigara, bi da yak oni!
Sigaradan iki nefes çektirdikten sonra ateşini kendi vücudunun değişik yerlerine bastırıp üzerinde söndürür;
- Alun size kano, siçtum kanonuza!!

Çekirge..


Avustralya’ya gezmeye giden Amerikalı vakit kaybetmeden kendine bir de yerli rehber tutar. Gezilerinin ilk günü dolaşırlarken inek gören Amerikalı, rehbere;
— Bu nedir?
— İneeek!
Amerikalı küçümser ve alaycı bir edayla,
— Siz buna inek mi diyorsunuz? Bizim kuzularımız bile bundan büyüktür.
Rehber böyle bir karşılaştırmaya bozulur tabii.. Müşteri, veli-nimet ilişkisinden olacak, hoş görür.
Gezme sürerken, bu kez de tavuk gören Amerikalı, tuhaf tuhaf;
— Ya!! Bu? Nedir bu?
— Tavuuuk!
— Siz buna tavuk mu diyorsunuz? Bizim serçelerimiz bile bundan büyüktür! diye, yine dalgasını geçer.
Tüm bu ukala ve bilmiş edalar karşısında rehber fena bozuktur. “Ne oluyoruz ya!! Tam adamına çattık” diye iç geçirirken, önlerinden zıplayarak geçen bir kanguruyu işaret eden Amerikalı;
— Peki, bu nedir?
Rehber gülümser, başını kaldırır ve Amerikalının gözlerini yakalar;
—Çekirgee…

Okus - Pokus :))


Meksika'da barın birinde sihirbazlık yapılarak sürekli bahis açılıyormuş.
Biri:
—Ben "okus" der bu yumurtayı yok eder, "pokus" der geri getiririm.
Bahisler hemen açılır; 1 dolar, 2 dolar...... 5 dolar.
Bahisler kapanınca adam, "okus" der yumurta yok olur, "pokus" der geri getirir ve paraları alır.Başka biri;
- Bu da bir şey mi? Ben "okus" der adamın şeyini kaldırırım, "pokus" der indiririm!!
Bahisler gene açılır. 10 dolar, 20 dolar,...... 50 dolar...... Bahisler kapanınca bir gönüllü pantolonunu indirir, adam "okus" der kalkar, "pokus" der iner ve paraları alır. Tam o sırada bara 2 metre boyunda bir kovboy girer. Bardakiler:
— Yerse bununkini de kaldırıp indir de görelim!!
—Açın bahisleri o zaman!!!..
Bahisler büyük bir heyecanla gene açılır. 100 dolar, 200 dolar,......500 dolar...... Bahisler kapanınca adam, "okus" der kaldırır, "pokus" der indirir ve paraları alıp tam bardan çıkarken içeriye 90 yaşlarında bir ihtiyarın girdiğini görür. Bardakilere döner, bağırır:
—Beyler ben bununkini de kaldırırım.
Haliyle kimse inanmaz, "kaldıramaz!" derler ve daha büyük oynarlar. Bahisler hemen açılır. 1000 dolar, 2000 dolar,......5000 dolar...... Bahisler kapanınca adam yine, "okus" der kaldır... Tam o sırada ihtiyar kendinden beklenmeyen bir çeviklikle, silahını çekerek geriye çekilir:
— Pokus diyeni vururum!

Saç Stili!!


Adamın biri yaşamının geri kalan kısmını bir çıplaklar kampında geçirmeye karar verir. Uzunca geçen bir sürenin sonunda annesinden
bir mektup alır. Annesi kendisinden yeni bir resim istemektedir.
O da çıplak resmini göndermeye utanır. Resmin belden aşağısını kesip atar ve sadece üst kısmını gönderir. Bir süre sonra annesi bir mektup daha göndererek bir resim de büyükannesine göndermesini ister.
Adam yine resmi ikiye böler ama yanlışlıkla alt kısmını gönderir büyükannesine. Resmin yanlış kısmını gönderdiğinin farkına vardığında çok endişelenir, ama büyükannesinin gözlerinin zayıf olduğu aklına gelir ve "herhalde hiçbir şey göremez" diye kendisini rahatlatır, telkin eder.
Birkaç hafta sonra büyükannesinden bir mektup alır. Mektupta şöyle demektedir:
"Resim için çok teşekkür ederim. Ama saç stilini değiştirmelisin. Burnunu çok küçük gösteriyor."

Teke'den Sütü Sağarız Vesselam!!


Yine Fransız, İngiliz ve Türk denizde talihsiz bir kaza sonucu yamyamların adasına düşüyor ve anında yakalanıyorlar. Yamyamların reisi durumdan pür neşe, kafaya koymuş yiyecek bunları. Bizimkiler yalvarıyor, yakarıyor;
— Affet bizi!
Aralarında uzunca müzakerelerden sonra şef;
— Tamam, ancak bir şartla affederim! Üçünüze de ayrı ayrı kulübelere kilitleyip, yanınıza da birer dişi maymun vereceğim! Bir yıl sonra gelip açtığımda kimin kulübesinde yavru maymun daha çoksa o kurtulacak!
Neyse aradan bir yıl geçiyor. Şef ve yardımcıları gelip ilk önce Fransız’ın kulübesine yöneliyor. İçerden sesler gelmektedir. Kapıyı açıyorlar iki tane yavru maymun ortalıkta dolaşıyor, Fransız’da hal kalmamış yerlerde sürünüyor, yalnız ana maymun kenarda neşeyle yavrularını izlemektedir.
İngiliz’in kulübesine gidiyorlar, buradan ses daha fazla gelmektedir. Açıyorlar, gerçekten de üç tane yavru maymun ortalıkta dolaşıyor, İngiliz’de hal kalmamış oda yerlerde, ana maymunda kenardan yavrularını keyifle izlemektedir.
Nihayet sıra Türk’e geliyor. Şefin yardımcılarından biri;
— Bunlar uçkurlarına düşkündür, şimdi açınca bir sürü maymun çıkar karşımıza! Kapıyı iyi tutalım kaçırmayalım!!
Kapı açılıyor, oda ne? İçerde hiçbir ses yok. Garip mi? Garip!... Bir yaratık durmuş bunları izlemekte. Elinin biri yok, ayağının biri yok, burnu yok ve gözleri de görünmüyor. Kısaca hilkat garibesinin teki, acayip bir yaratık. Üstelik ana maymun da ölmüş. Türk kenarda öylece oturuyor. Gelenler hayret ve şaşkınlıkla;
— Ne iş?
Türk sinirli, bu arada okkalı da bir küfür savurduktan sonra;
— Ulan, verdiniz bana erkek maymunu!! Ancak bu kadarını yapabildim!!

Ağlama Duvarı..


Kudüs’te görevlendirilen bir gazeteci, Ağlama Duvarı’nın önünden her geçişinde, yaşlı bir Musevî’nin orada öyle durup dua ettiğini fark etmiş. Bir hafta, iki hafta... Sonunda adamla bir röportaj yapmaya karar vermiş. İzin alıp teybini açmış, sormuş adama:
— Adınız?
— David, Polonya Yahudi siyim. Yaşım 65. Smalla'da bir manav dükkânım var. Evliyim. İki çocuğum Tel Aviv'de bir çiçek serasında çalışıyor...
— Sizi her gün burada, Ağlama Duvarı’nın önünde, dua ederken görüyorum.
— Evet, her sabah dükkânı açmadan buraya gelirim. Dünya barışı ve insanların kardeşliği için dua ederim. Öğle tatilinde bu sefer insanların mutluluğu, acıların sona ermesi için Yaradan'a yalvarırım. Akşam da, eve dönerken, bu kez dürüst ve iyi insanların esenliği için dua ederim. Cumartesi günümü de burada, yine dua ederek geçiririm.
— Ne güzel! Kaç senedir bunu sürdürüyorsunuz?
— Israil’e göçtüğümden beri, yani 40 yılı geçti.
Gazeteci çok etkilenmiş, heyecanla sormuş:
— 40 yıldır her gün dua ediyorsunuz. 40 yıldır yılmadınız. Bugün nasıl bir duygu içindesiniz, neler hissediyorsunuz?
Uzun uzun iç geçirmiş yaşlı Musevî; sonra bezgin bir sesle yanıtlamış:
— Vallahi artik bilemiyorum, demiş. İçimde, sanki gerçekten duvara
konuşuyormuşum gibi bir his var..

Güçlü Ol Tatlım!!


Bir adam 15 yıldır tutuklu bulunduğu hapishaneden kaçar. Para ve Silah bulmak için bir eve girer. İçerde geniş bir yatakta bir çifti yakalar.
Adama yataktan kalkmasını emreder ve onu bir sandalyeye bağlar. Adamın karısını yatağa bağlarken üstüne çıkar, boynunu öper, sonra kalkar ve banyoya gider. O ordayken adam karısına şöyle fısıldar;
— Dinle, bu adam bir kaçak. Şu kıyafetlerine baksana. Büyük ihtimalle hapishanede çok fazla zaman geçirdi ve yıllardır hiçbir kadın yüzü görmedi. Boynunu nasıl öptüğünü gördüm. Eğer seninle seks yapmak isterse sakın karşı koyma yâda şikâyet etme... Sana ne derse onu yap. O sana ne yaparsa yapsın onu mutlu et çünkü bu adam kesinlikle çok tehlikeli. Eğer kızarsa ikimizi de öldürür. Güçlü ol, tatlım! Seni seviyorum.
Karısı;
— O benim boynumu öpmüyordu, kulağıma fısıldıyordu. Bana gay olduğunu, seni çok tatlı bulduğunu ve hiç vazelin olup olmadığını sordu. Ben de banyoda olduğunu söyledim. Güçlü ol tatlım. Ben de seni seviyorum.'

Yaylalar Yaylalar!!


Soyguncu bankaya girer. Silahını çekip, havaya ateş eder.Herkesin yere yatmasını ister. Sonra da kasadaki paraları toplar ve kapıya doğru yönelir. Tam çıkacakken orada yatmakta olan bir adama;
— Beni gördün mü?
Yatmakta olan adam şaşkınlıkla kafasını kaldırıp;
— Evet, gördüm.! demesiyle birlikte, mermiyi alnından yer..
Soyguncu soğukkanlılığını bozmadan kapıya hamle eder ki kapının yanında da bir karı koca durmaktadır.Adama;:
— Beni gördün mü?
Adam da gayet soğukkanlı;
— Valla ben hiçbir şey görmedim, ama benim hanım çok meraklıdır o gördü sanırım!.

Kadının Elini Neden Öpersiniz?

Fransız erkeğine sormuşlar.
- Kadının elini niye öpersiniz?" diye.

Fransız yanıtlamış;
- Kadına saygı duyarım. Erkek ile bir bütünü tamamlar.

Alman erkeğine sormuşlar.
- Kadının elini niye öpersiniz?

Alman yanıtlamış;
- Kadın kutsaldır. Hayatın devamını sağlar, doğurur.
Türk erkeğine sormuşlar.
- Kadının elini niye öpersiniz?


Türk erkeği yanıtlamış;
- Bir yerden başlamak lazım! ......

Teknoloji!!


Film ekibi, çölün kızgın güneşi altında çekim yapmaktadır. Zor koşullar altında çalışırlarken, ihtiyar bir Kızılderili sete doğru yaklaşır ve yönetmenin yanına giderek.
— Yağmur, yarın! der ve gider. Şaşıran yönetmen, ertesi gün yağan yağmuru hayretle izler. Bu sırada ihtiyar Kızılderili yine gelir;
—Fırtına, yarın!, der ve yine aniden uzaklaşır.Gerçekten de müthiş bir fırtına çıkar ve çölü birbirine katar. Yönetmen emreder;
—Çabuk bana o Kızılderili’yi getirin! İstediği parayı verin. O olmazsa biz bu filmi bitiremeyiz! Adamlar, Kızılderili’yi bulur ancak yaşlı apaci bir türlü razı olmaz.
En sonunda teklif edilen bir milyon doları reddedemez ve adamlarla birlikte kampa gelir. 1 ay boyunca, ihtiyar Kızılderili’nin söylediği her şey tutar.Yağmur der yağmur, çöl fırtınası der, çöl fırtınası, kavurucu sıcak der,kavurucu sıcak. Yönetmen gayet memnun mesut durumda filmi çekmeye devam eder. Derken bir gün yaşlı Kızılderili susar ve hiçbir şey söylemez.Yönetmen;
— Nasıl olsa geçer, diye düşünerek bekler.1 gün, 2 gün, 1 hafta,
1 ay derken yönetmenin sabrı taşar ve Kızılderili’yi bir kenara çekerek öfkeyle sorar ;
— Bana bak! Sana bu iş için dünyanın parasını ödedim! Eğer susmaya devam edersen, seni buradan atacağım en sonunda !.
Kızılderili omuzlarını silker;
—Radyo, kırıldı!

Gözlük Takardın!!


Adam, korkunç kazada kulaklarının ikisini de kaybedince, yeni durumuna bir türlü alışamaz, çok hassas ve alıngan bir kişilik geliştirir. Bereket, kaza sonucu sigorta şirketinden aldığı rekor tazminat acısını epey hafifletmiştir. Böylece ne zamandır hayalini kurduğu işini gerçekleştirme şansını yakalar. Gelişmekte olan küçük bir bilgisayar şirketini satın alır. Ancak, hiç yöneticilik deneyimi olmadığını, kısa süre de anlar ve yanına bir yönetici almaya karar verir. İş için başvuruda bulunan üç adayı seçer ve her biriyle tek tek görüşür.
İlk aday gayet iyidir ve adam da onu sevmeye başladığı verdiği yanıtlardan anlaşılmaktadır. Derken, adaya beklenen soruyu sorar:
— Bende alışılmadık bir şey görüyor musun?
— Eğer onu kastediyorsanız, kulaklarınız yok!.
Adamın kompleksi azar, üzülmüştür, derhal adayı odadan kovar. İkinci aday, birinciden de iyidir. Konuşmanın devamında adam aynı soruyu ona da sorar. Aday;
— Evet. Kulaklarınız yok!
Adam üzgün ve kızgın, onu da dışarı atar. Derken sıra üçüncü adaya gelir. Bu tümünden iyidir. Bütün sorulara mükemmel yanıtlar verir. Adam, heyecanla sorar:
— Bende, alışılmadık bir durum görüyor musun?
— Evet, kontakt lens kullanıyorsunuz.
Adam iyice heyecanlanmıştır:
— Çok iyi! Bu, senin zeki biri olduğunu gösterir. Nasıl anladın?
— Çok basit. Kulakların olsaydı gözlük takardın!

Dengesiz Espriler!!


— Abi beni niye anlamıyon, sende idrak yolları enfeksiyonu mu var?
— Dün bir Amerikalı gördüm abi. Nassı İngilizce konuşuyo görecen.
— Dünya delikanlı olsaydı yuvarlak olmazdı.
— Üniversite öğrencisinden okey, bilardo dersleri.
— Sanık! Ayağa kalk! ve çocuklu kadınlara yer ver.
— Kopya gelecek yerden kola esirgenmez.
— Kumarı bırakacağıma bire on bahse girerim.
— Bilmemek ayıp değil yeter ki çaktırma.
— Daha son kullanma tarihine çok var. Yavaş iç meyve suyunu.
— Eskiden hiçbir işi tamamlayamazdım ama bu ke
— O kadar kekemeydi ki, kendisine saldıran adama “Ben sizin bildiğiniz kızlardan değilim” diyene kadar bizim bildiğimiz kızlardan oldu.
— Düşün ve hepimizi şok et böylece.
— Son gülen hep sen olacaksın. Çünkü her şeyi geç anlıyorsun.
— Kendim için istiyorsam namerdim. Allah’ım annem için bana zengin ve güzel bir gelin ver.
— 1958′de içilen kahvelerin hatırı dolmuştur. İlgilenenlere duyurulur.
— Kızlarda baktığım ilk şey onların bana bakıp bakmadığıdır.
— Reklamların en heyecanlı yerinde film koymalarına sinir oluyorum.
— Eğer intihar etmezsem ölürüm ya!
— Sözlüden zayıf aldım ama olsun önemli olan katılmaktı.
— Yok abi, bu teknolojik gelişmenin SONY gelmez.
— Bu yaşta bu zeka, ilerde mutlaka geri zeka.
— Paranın ne önemi var. Mühim olan miktarı.
— Ayakkabılarınızı kirletmeyin. Çoraplarınızın içine giyin.
— Bugün hangi semtlere temiz hava verilecek?
— Asansör bozuktur. En yakın asansör karşı apartmandadır.
— Nefes alamıyorum. Atmosferi açın.
— Amerikan futbolu spor ise savaş olimpiyattır.
— Ders çalışmak bir eğlencedir ama canım hiç eğlenmek istemiyor.
— Yüce şeytan! Sen bizim sevaplarımızı bağışla.
— Allah seni mutluluk yağmurları altında şemsiyesiz bıraksın.
— Bugün bundan sonraki hayatımın ilk günü.
— Tam düne alışırken bugün oldu.
— Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğim.
— Kaynanam kayboldu. Görenlerin görmemezlikten gelmeleri rica olunur.
— İlahi Azrail! Sen adamı öldürürsün.
— Başına kuş pislemiş, anaaa jöleymiş.
— Sekiz zayıflı bir karne kaybolmuştur. Bulanların insaniyet namına çöpe atmaları rica olunur.
— İçine ders çalışma isteği gelirse sakın telaşlanma, otur geçmesini bekle.
— Tek maddelik anayasa önerisi : “Herkes kafasına göre takılsın.”
— Aaa! Annemle babam aynı gün evlenmiş.
— Annemler dört kardeş, hayret dayımlar da dört kardeş.
— Paraya para demezdi, çünkü “r”leri söyleyemezdi.
— Futbolcular, çimlere basmayalım.
— Şşşt! Yavaş solla şoför uyuyor.
— Gelinle damadın ayağına basacaksın, gırtlağına değil.
— Eğer birisini unutmak istemiyorsan ona borç ver.
— Ne güzel, senin zeka sorunun yok. Çünkü senin zekan yok.
— Aşk + hayale dalmak = Sınıfta kalmak
— Tam öğrenmeye başlamıştım, okullar kapandı.
— Beni takip etme, kayboldum.
— Şehri terk ediyorum, hesap lütfen.
— Sağlam yaşa, pahalı çal, hızlı kaç.
— Ölenle ölünmez, mirasına konulur.
—“Bütün kadınlar güzeldir” lafı sürümden kazanmak isteyen erkeklerin uydurmasıdır.
— Ozon delik, dünya yuvarlak. Abi ne sapık bir gezegende yaşıyoruz.
— Where is the hareket, there is the bereket.
— No rahmet, without zahmet.
— Oldu, gözlerim doldu.
— Geri zekalılığın üniversitesi olsaydı, seni dekan yaparlardı.
— Dünyada oksijeni karbondioksite çevirmekten başka işlere de yaramalısın.
— Kadın hakkı yoktur, çünkü Hakkı erkek ismidir.
— Edison elektriği buldu, faturasını biz ödüyoruz.
— Bekarlık sultanlıktır, fakat er ya da geç demokrasiye geçilir.
— Güzellik Allah vergisidir. Sivilceler ise KDV’si.
— Sırtımda çok büyük bir yük var. Aa! O da ne? Okul çantasıymış.
— Telefon numaramı kaybettim, sizinkini ödünç alabilir miyim?
— Sigara ölümdür! Türk genci ölümden korkmaz.
— Stres, sınavda kopyasız kalmaktır.
— Sıkıcı dersleri değerlendirin. kitabınızın kenarını süsleyin.
— Gül de dişlerin hava alsın.

Hep Boğalar Kaybetmez!!


İspanya'da tatilini geçiren turist, restoranda tipik bir İspanyol yemeği yemek istemişti. Listeyi uzun uzun inceledi. Cojano adı dikkatini çekti. Ne olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. Parmağını basıp, garsona işaret etti. Garson bir tabak içerisinde yemeğini getirdi. Nefis bir şeydi ama içindekinin ne olduğunu çıkaramadı. Bir çeşit etti ama ne?...Garsonu çağırdı ve sordu...Garson anlattı :
— Bugün boğa güreşlerine gittiniz mi bayım?
— Evet...
— İşte bu yediğiniz yemek bugün arenada öldürülen boğanın yumurtalıklarından yapıldı.
Adam ertesi gün gene aynı restorana gitti. Tadı damağında kalan yemeği Cojano'yu bir kez daha istedi. Lezzetle yedi. Artık ahbap oldukları garson hatır sormaya geldi :
— Nasıl memnun kaldınız mı bayım?
— Kaldım kalmasına ama bir şey dikkatimi çekti. Dün yediğim Cojano biraz daha büyüktü gibi geldi bana.
Garson başını iki yana salladı :
— Her zaman boğa kaybetmez bayım...

Ölüyo!!

Cenaze arabası şoförü bir kıza seslenmiş;
—Şişşt Güzeliiiim... Kız gelsene arabayla gezelim!
Kız da:
— Hadi oradan be!
Şoför:
— Sen ne diyon be! Millet bu arabaya binmek için ölüyoo ölüyooooooo!!







Hoca
Hocanın iki karısı varmış.
Bir gün birlikteyken;
— En çok hangimizi seviyorsun hoca? diye sorarlar.
Hoca söylemek istemez.
Yeni karısı:
— İkimizde göle düşsek, önce hangimizi kurtarırdın?
Hoca eski eşine dönmüş;
— Sen biraz yüzme biliyordun değil mi?

MİM!!

Sevgili Erdal kardeşim beni mimlemiş..(Bu mimlemenin sobe den ne farkı var bunu da bilmiyorum.) Konu “Mal varlığını açıklar mısın?” diye..Can Yücel’den esinlenmiş bir konu.. (Bu konunun Şairimize ait olup olmadığı tartışmalı sanki? Neyse niyet önemli!!)
Mal varlığı beyanı, nereden buldun yasası şeklindeydi kabak kıçı açık memurun başına patladı..Bilmem biliyor musunuz her yıl bizden zaten istiyorlar.Önergeyi veren de Kırşehir milletvekili Gökhan Maraş’tı.Çıkış nedeni, o zamanlarda ayyuka çıkan hortumları önlemekti, dediğim gibi kabak bizim başımıza patladıJ)
Bu mimleme işine bir kere girince peşi gelir ya!! Yinede genç arkadaşıma karşılık vermemek de olmaz diyorum.Şimdi nereden başlasam ki..
— Yaşamı paylaştığım, meslektaşım, eşim var. Bu birlikten liseye giden birde kızım var. Ölsün diye iki günlük poşetlenip atılmış ama gözümüz gibi bakarak bir yaşına gelmiş durumda, bağımlılık yapan kedimiz var.
— Öyle taşınmazım yok, ev yok, arsa ve tarlamda yok, aslanlar gibi artış zamanı pazarlık yaptığım ev sahibim var.
— Taşınır ne var derseniz: 2000 model fort fiesta, saz, Exper laptop, çoğu branşımla ilgili kitaplarım, öğretmenler odasında da bana ait bir dolabım var.
— Briç oyun tutkusu var. Ama bir şekilde dağılan ve bir daha da yan yana gelemeyeceğimiz ekibim var. Bu nedenle bir süre internetten oynamayı sürdürdüğüm, sonrada sanal ortamın aynı tadı vermediği için bu oyundan soğuyan duygularım var.
— Her yıl gerekli olur diye geçmiş yıllara ait zümre tutanakları, yazılı soruları, dershanelerin reklam amacıyla verdikleri test kitapları, mesleğimin ilk yıllarında (bekarken) aldığım öderken de başka bir şey alamadığım, çok zorlandığım, ansiklopedim var.(Bu kadar ucuzlayacağını bilsem alır mıydım?!)
— Her yıl değişen ama her seferinde bir öncekileri aratan öğrencilerim var. Cadde de, sokakta hatta facebook ta gördüklerinde merhabasız geçmeyen çoğu da üniversite okuyan öğrencilerim, evlenme zamanları geldiği için düğünlerine gitmeye başladığım öğrencilerim var.
— Ne olacak? Nasıl Olacak? diye çocuklarını soran ve sormayan velilerim var.
— Çoğu emekli olmuş her seferinde kurul toplantılarında değişen, gezilerde, eğlencelerde birlikte olduğum meslektaşlarım var.
— Artık kuşa dönse de ağzını açtıklarında dokunmadan edemedikleri yaz tatilim var.
— Tatilde memleketimde birlikte büyüdüğüm arkadaşlarım, akrabalarım eş- dostum var.
— Sağlık konusunda şikayetlerim var..Stenim var, tahlil etmeyi bekleyen üreteri tıkadığı için alınan değerli bir taşım var.
— Çok isteyip de düzenli yürüyüşleri ihmal ettiğim tembelliklerim var.
— Artık yakını okumakta zorlanan bir çift gözüm var.:))
— Sizinde bildiğiniz gibi hobi düzeyinde uğraştığım, bana göre de eğlenceli bulduğum fıkra arşivi olarak kullanabilecek bloğum var. Şimdilik bunları yeterli gören bir de yüreğim.

Bu
Fıkra Sevenlere'nin Mal Beyanıdır.Halka arz ediyorum.
Bu zinciri devam ediyoruz bu durumda:)) Söyleyin bakalım Mal Varlığınızı:)) !!
Hülya'da Buluşalım,
Fikir-Derleyicisi Burak Bey,
Yeni Düşler Satıcısı-Royalrojana

Ben de Erdal'ın söylemiyle Sizi halka arz ediyorum:)) Tabi paşa gönlünüz kabul ederse...

Tutanaklardan...


Avukatlar Birliği'nin raporlarına göre duruşma sırasında bazı avukatların gerçekten sormuş olduğu sorular ve aklı evvel tanıkların da verdiği yanıtlardan seçmeler...

Soru: - 8 ağustosta mı hamile kaldınız?
Yanıt: - Evet.
Soru: - Peki o anda siz ne yapıyordunuz?

Soru: - Üç çocuğunuz var, değil mi?
Yanıt: - Evet.
Soru: - Kaçı erkek?
Yanıt:
- Erkek yok.
Soru: - Hiç kızınız var mı?

Soru: - Merdivenler alt bodruma iniyor dediniz, değil mi?
Yanıt: - Evet.
Soru: - Peki bu merdivenler yukarı da çıkıyor muydu?

Soru: - Bay ___, geçen yaz kusursuz bir balayına çıktınız, değil mi?
Yanıt:
- Evet, Avrupa'ya...
Soru: - Eşiniz de sizinle geldi mi?

Soru: - İlk evliliğiniz niçin sona ermişti?
Yanıt: - Ölüm sebebiyle.
Soru: - Kim ölmüştü?

Soru: - Şüpheliyi tarif edebilir misiniz?
Yanıt: - Orta boyluydu, sakalı vardı.
Soru: - Erkek miydi yoksa kadın mı?

Soru: - Bugüne kadar kaç ölü üzerinde otopsi yaptınız, doktor?
Yanıt :
- Bugüne kadarki bütün otopsilerimi ölüler üzerinde yaptım.

Soru: - Tüm yanıtlarınız sözlü olmak zorunda, anlaştık mı? Şimdi, hangi
okula gidiyorsunuz?
Yanıt :
- Sözlü.

Soru: - Otopsiye başladığınız zamanı hatırlıyor musunuz?
Yanıt: - Akşam 8:30 civarında başladık.
Soru: - Bay___ o esnada ölü müydü?
Yanıt:
- Hayır, sandalyeye oturmuş neden otopsi yaptığımı merak ediyordu.

Soru: - İdrar örneği verme imkânınız var mı?
Yanıt: - Kendimi bildim bileli yapabilirim.

Soru: - Otopsiye başlamadan önce Bay ___'in nabzına baktınız mı doktor?
Yanıt : - Hayır.
Soru: - Kalbini dinlediniz mi?
Yanıt:
- Hayır.
Soru: - Nefes alıp almadığını kontrol ettiniz mi?
Yanıt:
- Hayır.
Soru: - O halde siz otopsiye başlarken Bay ___hala yaşıyor olabilir, değil mi?
Yanıt: - Hayır.
Soru: - Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz, doktor?
Yanıt:
- Çünkü adamın beyni masamın üstünde bir kavanozun içindeydi.
Soru: - Yine de hasta hala yaşıyor olamaz mıydı?
Yanıt:
- Evet, hatta şu anda bir mahkeme salonunda avukatlık yapıyor olabilir.

Soru: - Doğum gününüz nedir?
Yanıt: -
15 Temmuz
Soru: - Hangi yıl?
Yanıt:
- Her yıl.

Soru: - Uykusunda ölen bir insan, ertesi günün sabahına kadar bunun
farkına varamaz, değil mi doktor?
Yanıt: - ………….

Soru: - En genç olan oğlunuz, hani şu 20 yaşında olan, kaç yaşındaydı?
Yanıt:
- ………….

Soru: - Resminiz çekilirken orada mıydınız?
Yanıt:
- ?

Soru: - Yalnız mıydınız, yoksa kendi başınıza mıydınız?
Yanıt:
- ………..

Soru: - Savaşta öldürülen kardeşiniz miydi yoksa siz miydiniz?
Yanıt:
-…………….

Soru: - Sizi öldürdü mü?
Yanıt: - ………….

Soru: - Oradan ayrılana kadar orada mı kaldınız?
Yanıt:
- Hı?

Soru: - Kaç kere intihar etmeyi başardınız?
Yanıt: - …………………….

Her Yeri Kırık!!



Temel doktora gider;
— Hastayrum toktur bey, hemi de çok hastayrum, vicudumin her piyeri agruyi, nireme tokunsam sizum sizum sızluyi, töküleyrum da!!. Doktor:
— Nasıl hastalıkmış o öyle, tüm vücudunu saran, ağrıtan?
Temel parmağının ucuyla kafasına dokunmuş.
— Ay ay ay...
Sonra göğsüne parmağını basmış ve yine acıyla bağırmış. Sonra beline, bacaklarına, yine acıdan allak bullak, feryat figan... Parmağını neresine dokundursa ağrıyla irkilmesine daha fazla
dayanamayan Doktor;
— Ver bakayım şu elini. Ula oğlum senin parmağın kırık!!...



BEKLİYORMUŞ


- Ula Tursun, pizum Fadime'nun çok kötü pir huyu var.
Gece törde kadar uyumiyo!!.
.—Peki, o saate kadar ne yapıyor?
—Penum eve celmemu pekluyor da!!...

Bademli Kurabiye!!


Lunaparkta bir stant da, "Tüfekle turnayı gözünden vurana hediye!!" yazılıdır.. Konuşamayacak derecede sarhoş olduğu her halinden belli olan adam:
— Deneyebilir miyim?
İşletmeci:
— Kardeşim git işine, gerçek kurşun bu!! Sarhoşsun, elinden kaza çıkar!!
Fakat adamın ısrarlarına dayanamaz. Bir de ne görsün, atış tam isabet. Adama hediye olarak nesli tükenmekte olan bir tosbağa verir.
Biraz sonra adam yine gelir. Bu kez daha da sarhoş ama yine tam isabet. Al sana bir tosbağa daha. Üçüncü kez gelir, ayakta duramaz ama yine isabet ettirir kurşunu. İşletmeci tosbağaları kalmadığından adamın eline büyük oyuncak ayı tutuşturur.Sarhoş şaşkın şaşkın bir oyuncak ayıya bir işletmeciye bakar ve sorar:
— Bu ne? Bademli kurabiyelerinden kalmadı mı?

İkinci Lisan!!


Fare deliğinden peynir kokusunu alır ama kafasını dışarı uzatmaya çekinir. Çünki kedinin bir tuzağı olabileceğini düşünür. Sabırla bekler ve biraz sonra “miav” diye bir ses duyar. Derince bir nefes çeker;
- Çok şükür!! Bu bir tuzak!!
Ertesi gun de peynir kokusunu alır ve “miav” sesini duyar, yerinden çıkmaz.
Sonraki gün “havhav” diye bir ses duyar ve kedinin ortalarda olamacağını düşünerek dışarı çıkar. Çıkmasıyla pençeyi yemesi de bir olur tabii.. Kedinin tuzağına düşmüştür.. Kedi yerde baygın yatan fareyi yanındaki yavrusuna gösterir ve açıklama yapar;
—Bak yavrum, sana söylemiştim!! İkinci lisan gibisi yok !!

Toplu Sözleşme!!

Toplu sözleşme pazarlığından yeni çıkmış sendika başkanı, salonda toplanmış isçilere ateşli bir söylev çekmektedir:
—Yoldaşlar! Yönetimle yeni bir sözleşme yaptık. Bundan böyle haftanın dört günü daha çalışmayacağız!
Kalabalık,
—Yaşasııınn! diye bağırır.
—Çalışma saatimiz beşte değil, dörtte bitecektiiir!
—Yaşşaaaaaaa!
—Çalışmaya dokuzda değil, onbirde başlayacağııızz!
—Helaaallll!
—Maaşlarımız yüzde 150 artacaktıııırrr!
—Vaaaaaauuuuuvvvv!
—Yalnızca çarşambaları çalışacağıııız!
Bu sözün ardından derin bir sessizlik olur. Derken arkalardan bir ses duyulur:
—Her çarsamba mı?!




Görüyorum!!


Matematikçi ve mühendis, fizikçinin verdiği konferanstadır. Konferansın konusu 9, 12 ve daha da büyük boyutlu uzaylarda oluşan fiziksel proseslerle(=süreç) ilgili Kaluza-Klein kuramıdır.Matematikçi oturmuş, konuşmayı zevkle dinlerken, mühendisin kaşları çatık ve kafası karışmış bir durumdadır. Öyleki konuşmanın sonuna doğru mühendisin başına ağrılar hücum etmiştir. Nihayet konuşma sonlanır. Matematikçi ;
- Gördüğüm en güzel sunu!! Harika!! Hatta süper!!!
Yorumunu yapınca mühendis daha fazla dayanamadı:
— Bütün bunları nasıl anlayabiliyorsun?
— Bu prosesi hayal edebiliyorum.
— Nasıl oluyor da 9 boyutlu uzayda gerçekleşen bir şeyi hayal edebiliyorsun?
— Basit, olayı önce (n) boyutlu uzayda görüyorum, sonra n’yi 9′a gönderiyorum.

David!!


Amerika'da mahkemede yargıç, tanık kadına;
— Kaç çocuğunuz var bayan?
Kadın;
—On tane efendim.
— On çocuğunuzun adlarını sırayla söyleyin!
Tanık kadın;
—David, David, David, David, David, David, David, David, David, David...
Yargıç bu kez merakla;
—On çocuğunuzun onunun da adları David mi?
— Evet.
Yargıç oturduğu yerden doğruldu;
—Peki, çocuklarınız bahçede oynarken onları içeri nasıl çağırırsınız?
Kadın gülümseyerek;
—Ben yüksek sesle bir kez 'David' diye bağırırım, bir anda onu birden eve gelir.
Yargıç şaşkınlığını yenemeyerek:
— Yemek yemeğe nasıl çağırıyorsun hepsini?
—Yüksek sesle bir kez, 'David yemek hazır... Haydi sofraya' derim, çocuklarımın onu birden sofrada yerlerini alırlar...
Yargıç ikna olmaz, iyice de meraklanmıştır. Sinirlenir, tekrar sorar:
— İçlerinden yalnızca birine bir şey söylemek istediğinizde ne yapıyorsun?
—O zaman soyadlarıyla çağırırım!!...

En Etkileyici Gülüş!!!

Bir gün en etkileyici gülüşü seçmek adına bir yarışma yapmışlar...
Ve yarışmaya aşağıdaki gülüşler katılmış...









         Ama kazanan bunların hiçbiri değilmiş...

         Kazananı görmek için aşağıya bak






                  
                  |
                  
                  |
                  
                  |
                  
                  V